
Sevgili blog. Ara ara aklıma bir şeyler yazmak geliyor. İnsanların Aftersun üzerinden ikiye bölünmesinden, (bana çok değdi/bana hiç değmedi/overrated/underrated) Gibi’nin ikinci sezonundan, Gibi hakkında ne okusam (çok iyi, yarrac gibi, kaliteli mizah, komik mi aq, Ersoy çok iyi, Ersoy çok gereksiz, Feyyaz tipsiz ama çekici, Feyyaz iğrenç ve modası geçmeli, leş mizah vb) hak vermemden, Kurak Günler’in sonunun sembolik ya da fantastik olduğunu düşünür ve buna inanırken E. A’nın Altyazı’ya verdiği söyleşide yoo hiç de fantastik olmadığını söylemesiyle kapıldığım -niyeyse- hayal kırıklığından filan bahsedecektim ki sonuncusundan biraz edeyim aslında, bence insanın yaratma süreciyle ilgili gizemleri bu kadar ortalığa dökmesinin kimseye faydası yok. Ben başından beri ne yaptığını bilen Tanrı gibi bir senarist hayal ediyordum ve bu salak hayalimle mutluydum ama E. A. belediyenin karısını değiştirmiş, gazeteciyi sonradan eklemiş, homoerotik gerilim katmış bilmem ne. İlla ki yaratma süreci böyle rezil bir şeydir ama çok mu lazımdı bunları bilmemiz. -Belki de obrukları Twitter’da 40 farklı biçimde açıklayan aşırı yorumlayıcı ukala seyirciden intikam almak istemiştir E. A. böyle yaparak, ne bileyim.
Ama esas sorunumuz, yani bu kadar çok ölüm biçiminin olabilmesi -kaldırımda yürürken, inşaatın altından geçerken, otobüse binerken, metrodan inerken, eylemde, karakolda, evde, balkonda vb.- hakkında nasıl hiç kimse bir şey yapmıyor, neden? -Ne yapabilir, kim?
Twitter’da bunların türlü türlüsünü görmek ve yetmezmiş gibi bugün Beyaz Fırın’da beklerken “gelirken su alsana burada 100 lira vermeyelim” dediğim Aliki’nin suya 8 tl verdiğini (“ikisine birden di mi?” “hayır.”) söylemesi bana şunu düşündürüyor: BOK MU VAR LAN İSTANBUL’DA? Neden hepimiz buradayız, onu düşündürüyor ve bunu cevaplayamıyorum.
Ankara’da hayat çok daha kaliteli mesela. Orada stres seviyesi çok daha düşük. Ankara’daki Aliki’yi bir türlü ikna edemiyorum ziyaretime gelmeye çünkü diyor ki: “Deprem.” Burada en az korktuğum şey yüzünden buraya gelmiyor ama burada yaşadıkça insanın normal algısı çok çok aşağı bir seviyeye iniyor ve enflasyon gibi bu rezilliği de kanıksıyor -işte bu olmamalı. Yerelleşmemeli. İstanbul’u yadırgamalı, her şeyine şaşırmalı, alışmamalı çünkü alışamayan insan çözüm arar, g.tünü kurtarmaya çalışır. Çok uzun bir zamandır bunu yapmıyorum.
Böyle zamanlarda Philadelphia filminin başlarında Tom Hanks ve Denzel Washington arasında geçen diyaloğu hatırlatıyorum kendime:
-Benden önce kaç avukata gittin?
-Dokuz.
İşte, çizgi filmlerin yaratıcı olmak adına bize öğretmediği bişey. Ele gelir bir sonuç alana kadar aynı şeyi on yüz milyon bin kere denemek lazım. İşte, Andrew Beckett denedi ve başardı.
Zamanın çok hızlı geçmesi
20 Aralık olayının üzerinden bir yıldan fazla olmuş. Madem zaman bu kadar hızlı geçebiliyordu, ben ilkokuldayken niye geçmedi. Bu beni hayrete düşürüyor çünkü 5. sınıftayken bu iğrenç çocukluk dönemi hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu. Yine o zamanlar, insanların yanaklarının nasıl sıkı olmadığını anlayamazdım. Şimdi de yaşlıların göz altı torbalarının ciddi ciddi sarkmasını ve milim milim yürümelerini anlayamıyorum. Ne korkunç, 70 yıl yaşayacak olan herkesin bunu kesin olarak anlayacak olması.
ŞŞ
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.