Öksürük ve Horlamanın Benzerliği, Moshanty, Ecnebilerin Laugh at You ve Laugh with You Ayrımı

Bir çılgınlık ederek ters sırayla başlıyorum çünkü konuyu üçüncü bir şahıstan -Moshanty isimli ileride anlatacağım kişiden- alıp kendime getirecektim, tersini yapmak istedim. İnsan için kendisi varış yeri değil çıkış yolu olmalı zaten, değilse de öyleymiş gibi yapsın çünkü olgunlaşmanın bir yolu da belki taklitle başlar -sürekli namaz kılan veletlerin büyüyüp Müslüman olması gibi -ki olmuyorlar aslında -zaten düşününce nedir Müslüman -böyle deyince hiçbir şey, hiçbir şey değil.

(Aslında uykumun kaçmasına, yukarıdakine benzer bir cümle sebep oldu. Avrupa Yakası izleyerek uykuya dalmaya çalışıyordum ki Şahika kulağıma eğilip olmadık bir laf etti:

“Herkes her şey olacak ve sen hiçbir şey olamayacaksın”.

Sardım geriye, böyle bir laf etmiş olamazdı, Avrupa Yakası böyle bir dizi değildi. Nitekim etmemiş. Rezil bilinçaltım oyun etmiş bana. Şimdi bu pis kehanet yüzünden uyuyamıyorum. Kapa parantez.

Konuya dönelim:

ECNEBİLERİN LAUGH AT YOU/… WITH YOU AYRIMI

Bu ecnebilerin -daha doğrusu İngilizlerin -ama Fransızca’da da karşılığı var- seninle gülenler/sana gülenler ayrımı kafamı meşgul edegelir. Kendimi bildim bileli ayırt edemem ikisini, yalnızca doğrudan özne olduğum durumlarda değil, gözlemci olarak da anlayamam ve kimileyin durduk yere gerilirim. Banu Alkan, Müslüm Gürses, Mustafa Topaloğlu, Yıldız Tilbe vs. mesela, ince bir çizgideymiş gibi gelir. Hepsinin Okan Bayülgen’e çıkışını hatırlıyorum. Orada, dördü de, aslında hazırcevap ve komikti. Seyirci gülmüş/alkışlamıştı. Ama benim içime sinmeyen bir şey yine de vardı.

Şimdi bakınca, Youtube yorumlarında, benden daha kafası karışık insanlar olduğunu görüyorum. Sen kim köpek dalga geçiyorsun/dalga geçmeye çalışmışsınız ama g.t olmuşsunuz/siz o insanın tırnağı-tırnağındaki b.k olamazsınız bla bla…

Bilmiyorum şimdi. Bu yorumcular da gereksiz hassasiyet gösterir gibi. Ortada utanılacak bir şey yok, belki farklı bir kişilik yapısı, farklı bir mizah anlayışı var. Ama bu insanların derdi sahiden mizah yapmak mı -bazen bunu kestiremiyorum. Özellikle Yıldız Tilbe konuştuğunda.

Mesela Mustafa Topaloğlu’na sorulmuştu: “Abi milanyum ne demek?” (onur kırıcı bir soru değil, ama tutup da mesela Erkan Can’a sorulmazdı bu) M. T cevap vermişti: Milanyum geniş bir yelpazedir. (Ehh…) Seyirci gülmüştü. (Neden mesela) Ben de gülmüştüm. -Halbuki bana sorsalar muhtemelen ben de böyle saçmalardım. Arkadaşlarım o ne sikko bir cevaptı öyle dese ölümüne savunurdum. Bilmiyorum.

GÜNÜN ANISI

Ola ki bir gün burası viral olursa -hehehehe.- diye gerçek adını vermeyeceğim bir kişi vardı sınıfımızda, adı Tülay değildi. Bu Tülay’ın yakın arkadaşı yoktu, arkadaşı var mıydı onu da bilmiyorum. Gruplar aralarına pek almazdı, ama pısırık biri değildi ve salak saçma şakalar yapar, genelde kızlarla -sınıfın en pısırığı ben olduğum için de ekseriyetle benimle- uğraşırdı. Yalnızken ama, insanca ilişki kurardık. Bir seferinde kendisindeki temel sorunun ve kızlar tarafından sevilmemesinin sebebinin ne olabileceğini sormuştu, demiştim ki gözlerin renkli filan olsa belki… -ciddiydim ama kastettiğim doğuştan bir takım artılarının olmamasıydı- Çocuk lensle geldi ertesi hafta. Bana dokunmuştu. Belki kendime pay çıkardım, belki zaten aklında olan bir şeydi, ama üzülmüştüm. -Köpeg aslında üzülmeye değecek biri değildi. Tipik bir ortaokul p.çiydi. Neyse. Bu değildi diyeceğim.

Tülay’a çok gülerlerdi, kendini rezil etmek pahasına üçüncü kişilere sataşmasına, mesela kalemleri ayakkabısına sokup sonra “koklasana bi bak çok değişik kokuyo’!” diye kızlara uzatıp reaksiyon alınca HOHOHO diye gülmesine.

Başka kimse elini boka batırmazdı ama Tülay yapardı. 1 Nisan’da da o çok yaratıcı b.k şakası Tülay’a kalmıştı mesela. Eline yüzüne sıvanmış Nutella’yla tuvaletten döndüğünde herkes gülmüştü. Ama işte, bir o yapabilirdi bunu, o da sanki sırf insanlar gülsün diye yapardı.

* * *

Sonra adı Utkucan olmayan başka bir çocuk vardı. Onu dolaba kilitlemişlerdi. Çocuğu bi yarım saat filan içerde tuttular. Utkucan zamanında kaşlarımla dalga geçmişti, onu affedememiştim. Ama yarım saatin sonunda biri “olm havasız kalacak lan ses seda kesildi” dediğinde içim cız etti, onu oraya kilitleyenlerin zalimlerrrr olduğunu düşündüm. (Gençlerin gerçek olamayacak kadar gaddar olduğu bir Amerikan gençlik filmi izliyordum sanki) Derken inceden tırsıp Utkucan’ı dolaptan çıkardılar.

Çıktığında gülüyordu.

“I’m Moshanty. Do You Love Me?”

Bu Moshanty:

TopStories_09_MosesTau

Sanata bulaşmış pek çok eşcinsel ve trans gibi “larger than life” biri. (Gerçi düşününce, larger than life olmasa hiç tanımayacaktık, ok, çok tırt bi genelleme oldu) Bu insanın belgeselini yaptı Tim Wolff ve ülkemize geldi Pembe Hayat’ın KuirFest’i kapsamında, eğer yaşasaydı Moshanty de gelecekmiş. -Yönetmeni belgeselin başında söylediği için spoiler olmayacaktır sanıyorum, Moshanty 50’sine 1 kala, doğum gününde ölmüş.

Kansere çok kızıyorum. Çok da korkuyorum ondan, sinsi pezeveng.

Moshnaty, ülkesinin çok sevilen bir sanatçısıymış, trans kadın, her ne kadar PYG pek kabule yanaşmasa da -erkek olarak gömülmüş, ailesinden hayranlarına hemen herkes “he” (zamir olan) dedi, yönetmene göre bu PYG’de kıpkırmızı bir çizgiymiş. Demek ki günlük güneşlik ve cıbıl da olsa PYG bu anlamda bizden daha beter, evet.

Öte yandan, bana çok tanıdık geldi bazı yönlerden. İnsanlar sanki, onu hoşgörüyor, ama bu değil translar, cenazesinden anlaşıldığı gibi Moshanty’nin kendisi için dahi bir kazanım olamamış. Ama yaşarken, tatlı bir şekilde “deliliğini” kanıtlamış ve “hoşgörülmeye” hak kazanmış. Öte yandan onun kadar sempatik olmayan translar yaşam alanlarından sürgün edilmiş (belgeselde bundan da bahis var). Bu hiçbir şekilde Moshanty’nin suçu değil, ama mesela yetenekli ve antipatik bir işsiz olarak, yetenekli ve sempatik işlileri deli gibi kıskandığım için, Moshanty’ye kızanları da sanki bir tık anlıyorum.

-Bunun ne ilgisi var seninle gülen/sana gülen ile?

-Hayır bilmiyorum Moshanty bunu düşündürdü sadece. Onun katıldığı Okan Bayülgen’leri filan izlemem lazım tam bişey diyebilmem için. Ama böyle ışık saçan fakat toplumun alışık olmadığı figürler, ortalama insan tarafından “tatlı bir şaka” olarak görülüyor sanki. Bu beni dellendiriyor. Kendi adıma, tatlı bir şaka olmak istemezdim, zaten olamazdım da ama bu kadar tatlı şakanın içinde sanki tatsız şaka dışında bir seçenek kalmıyor. Tatsız bir şaka olmak istemiyorum allam yarabbim.

Anyways.

ÖKSÜRÜK VE HORLAMANIN ARTIK BİR OLDUĞU LANET AN

Üçüncü kişiler için elbette. Üçüncü kişi öksürene önce acır, sonra daha çok acır, üçüncü aşamada aaa yeter gebersin artık bu, demeye başlar. Özellikle ders/film/toplantı/tren/otobüs gibi terk edemeyeceğiniz bir ortamdaysanız. Üzgünüm toplum. Çok üzgünüm.

Çaresini bulamıyoruz. Yani ne bileyim, keşke benim yerime başkası öksürkse ve ben onu dinlesem sinirlensem. Belki o bile daha iyi olurdu çünkü artık kontrol sahiden bende değil. Vücudum bana aldırış etmeksizin kasılıp gerilip saçma sapan gürültüler çıkarıyor. Bugün beşinci defa gittiğim doktoruma sadece “google’a geçmeyen öksürük yazıyorum ve…” dedim, “biliyorum!” dedi. Korkmama gerek yokmuş, ciğerlerim ışıl ışılmış. Bir zaman daha böyle öksürmeye devam edecekmişim.

Öyle olsun bakalım.