İşe Girme İhtimalinin Ufukta Daha Bir Belirginleşmesi ve Anksiyete

Amma imzalar atılmadı.

Evet, maaş+sigorta çok tatlı geldiği için bir de gazeteciliği özlediğim için kabul ettim, ama hayatımın hiçbir döneminde haftada 45 saat çalışmadım. (Max 40) Kıvırabilecek miyim bilmiyorum ve gerginim. Öte yandan bu 35 kırk saatlik çalışmalar nefret ettiğim masabaşı işleriydi. Şimdi nasıl olur bilmiyorum, belki de tam aradığım şeydir. Şimdilik çok şirin ve nezaketli gidiyor her şey ama yani, bilmiyorum, bu filmi o kadar çok gördüm ki. Girdğim ve ayrıldığım tüm işlerin özeti şu:

Kariyer özetim.gif

Neyse. Şimdi iyi düşünmek lazım evet. Sonuçta bir senelik bir sözleşme yapacağız. Nihayetinde hayat boyu onlara çalışma vaadinde bulunmadım, bir organımı filan da vermiyorum. -Çok hızlı bir şekilde 1 sene ne ki hapis bile yatılır kafasına geliveriyorum, oysa insanın işinin olması az da olsa güzel bir şey olmalı.

Neyse.

Göreceğiz.

Dün Aliki dedi ki, sen çok mu çalışkansın, çok mu tembelsin çözemedim. Bu normal çünkü tanışalı birkaç ay oldu ve beni totalde 4 kez filan gördü. Ama eski patronum da buna benzer bir şey söylemişti. Ben aslında çok çalışkan, mükemmeliyetçi ve tutkulu biri olduğuma inanıyorum ama böyle biri için çok fazla boş vaktim var gibi. Foucault mesela ayı gibi çalışıyormuş. Lenin de çok deli okurmuş. Rus salatası tarifi veren hocamız bir derste onun beynini övmüştü. Kütüphaneler dolusu kitap okumuşmuş Lenin: “İnanılmaz bir şey, müthiş bir beyin…”

Bakın burada velet ve daha o zamandan müthiş bir şey olacağı belli:

Küçük Lenin

Hocacığımız o kadar gaz konuşmuştu ki, “eve gider gitmez kitap okuyacağım ve çişim gelse de yüz sayfayı bitirmeden yerimden kalkmayacağım” demiştim kendi kendime. Muhtemelen yapmamışımdır.

Hayatımın hiçbir döneminde istediğim kadar çok okuyamadım, Yengeç Dönencesi ve üzerine gelen Düzdünya yüzünden aylardır kitap açmadım aslında. (Ben bu kitabı yıllardır sahaflarda arıyordum, Destek yayınları nihayet basmış -Destek yayınlarının basamayacağı bir şey var mı?- ve 1 2 aydır elimde sündürülmekte) Ama geçenlerde şöyle bir şey oldu. Lanet gelsin dünya alem kitap var, sırf sevdiklerime ömrüm yetmez deyip kendime uyguladığım yeni kitap almama cezasını kaldırdım ve Remzi’ye girdim. Aslında O Sırada Erman Çağlar’ı alacaktım ama kitabı bulamadım, bari dedim girmişken bir şey alayım ama hafif bir şey olsun, rahat okunsun. (ciddi korkuyorum çünkü artık okuma alışkanlığımı yitirmekten, üçüncü bir kitabı daha bırakırsam fenaydı yani) Aylar önce öykü basan yayınevlerinin kendimce listesini çıkarmıştım, bu yayınevlerinden birinin bastığı üç kitabı elime alıp biraz karıştırdım ve birini alıp eve getirdim.

bunun böyle olmaması lazımdı

Sonra anladım ki nefis bir tesadüf söz konusu, çünkü meşhur flood‘u okumuştum ama tweet sahibini de kitabı da bilmiyordum. Kitabı bayıla bayıla okudum ve son elli sayfada ekşisözlük’e bakma gafletinde bulundum. Kitabı da yazarı da o kadar çok gömmüş ki allahsızlar, ister istemez etkilendim.

Ama her şeye rağmen, bence çok güzel kitap. Yani. Bunu kendime kafama vura vura telkin ediyorum, kitap güzel tamam mı. Yazarı bilmiyorum, Twitter’da bazı hoş olmayan sataşmaları, kendini pazarlama çabaları vs olmuş sanırım, yani ilgilenmiyorum bununla, kitap iyi, karakterler az ve öz, diyaloglar güzel. Ne bileyim, iyi ki okumuşum.

Sevdiğim bi diyaloğu şuraya bırakayım:

“-Muzip bir karaktere sahipsiniz anlaşılan. Ne güzel, eş ve dostlarınız sizinle hoş vakitler geçiriyorlardır. Varlarsa tabii.

-Varlar. Derya var.”

Gazeteci, terapist, ders notu tutucusu…

“Her an her şey olabilir” duygusu has.

Terapistim not tutmuyor, kayıt cihazı da yok. Aktarımın gücüne ve hastanın damağında bıraktığı tada inanıyor sanırım. Aşağıda yazacağım satırları Gabriel Garcia Marquez bir konuşmasında demiş. Bu vesileyle önce az evvel söylediğim cümleleri, sonra da üniversitede aldığım dersleri düşündüm:

“…(Kayıt cihazı) icat edilmeden önce, iş sadece üç şeyle gayet iyi yapılıyordu: Not defteri, şaşmaz bir ahlak ve kaynakların söylediği şeyleri duyan bir çift kulak. Kayıt cihazı için mesleki ve ahlaki kılavuz henüz icat edilmemişti. Birilerinin genç muhabirlere öğretmesi gerekiyor ki, kayıt cihazı hafızanın yerini tutacak bir şey değil, eski moda not defterinin geliştirilmiş basit bir türüdür.

Kayıt cihazı dinler, tekrar eder -dijital bir papağan gibi- fakat düşünmez. Sadıktır, fakat kalbi yoktur; ve nihayet, harfi harfine kaydedeceği şey, konuşulan kişinin gerçek kelimelerine kulak kesilen ve aynı zamanda, o kelimeleri bilgisi ve tecrübesiyle ele alıp değerlendiren gazetecinin yakaladığı şeyden asla daha güvenilir olmayacaktır.”

Bunu okuduktan sonra artık yazılı röportajlarımda ses kaydı almama gibi bir karar aldım kendimce, ne kadar uyarım bilmiyorum ama söylediği aşırı ikna edici. Sanki mesleki bir şeyden öte, hayatı yaşama biçminden bahsediyor. Carpe Diem’le ve algıda seçicilikle bir alakası var. (bu seçicilik seni uzmanlaşmaya götüre, genç gasteci!)

Ders notlarıma sınav haricinde dönüp bakmadım, öğrenciliğim boyunca da kendi notlarıma hiç güvenmedim. Öyleyken, pek bir anlamı yok gibi not tutmanın, ama benim için bir şekilde bir noktaya çapa atmak gibi bir şeydi kalemin kağıda değmesi, yoksa ders sonunda çok ilgisiz bir yerde bulduğum olurdu kendimi.

Ama bazı şeyler insanın aklında kalıyor ne bileyim. Rus salatası tarifi gibi, Lenin’in beyni gibi, başka bir hocamızın haberleri NTV’den almayı sevdiğini, bir başkasının Timur ve Bayezid’in atarlı mektuplarından bahsedişini hatırlıyorum. Siyasal’dan alıp alacağım buymuş demek ki ne bileyim.

GÜNÜN RÜYASI

Üç sevgili ve Ankaralı arkadaşımın evinde hasta yatıyordum, akşam Ezhel konserine gidecektik ve ben hafif nezleydim. Ciddi bir şey değildi, ama niyeyse naz ediyordum. Onlar hazırlanırken battaniyenin altında yarım ağız kendimi iyi hissetmediğimi ve gelemeyeceğimi söyledim, hiç üstelemediler. Sırasıyla her biri tuvalet masasının önünde bir şeyler yaptı ve biri bile beklediğim soruyu sormadı. Halbuki sorsalar yerimden fırlayıp hazırlanmam 5 dakika sürecekti. Süslenip püslenip siktirip gittiler. Uyandığımda sinirden avuçlarım terlemişti.