Mikrofon Fobisi, Kolonyağı, Tamirciler ve Ölü Kediler

Asabım bozuk sevgili blog. 1 hafta önce yapmış olduğum ve içime sinen bir çekimde meğer ses bok gibiymiş. Bugün kurgulamak için oturduğumda fark ettim -sadece görseline bakmıştım. 4 dakika filan sürmüştü, neredeyse hiç teklememiştim ve aslında üçüncü denememdi -öncekilerde sırasıyla ışık çok kötüydü, odak kaçmıştı ve kamera kayıttan çıkmıştı. Al baştan şimdi. 4.’yü yapıcaz yarın. OF!

Sesin bok gibi olmasının sebebi teknik bir şey değil, benim hala lanet olası mikrofona alışamamış olmam buna sebep. Neredeyse fısıldayarak konuşmuşum. Gece 02.00 gibi bir saatte yapmıştım çekimi ve belli ki komşular duyarsa tribine girmişim. Daha önce de olmuştu. Böyle olmaz. Bunu aşmam lazımdı benim şimdiye. Aşamamışım. Yarın gündüz vakti yapayım bari, ama değişen bir şey olmayacak gibi. Dışarıda ölüm sessizliği var. Yine duyacak komşular. Rezil olacağım. Üf. Delirdiğimi düşünecekler.

Dışarısı n’aber?

İlk vakanın açıklanmasından bu yana ilk kez muhitimin dışına çıktım. Bilgisayarımın tamiri için Beşiktaş’a indim. Evlendirme Dairesi’nin karşısındaki ışıklarda unutup butona bastım (ki bilenler bilir, kendisi çok yaya dostu bir trafik butonudur) ve çarşıya gelene kadar kendi elimden korka korka yürüdüm. Kolonya almak için önce markete girmeyi düşündüm -daha hesaplı olur diye- içerdeki kalabalığı görünce vazgeçip yandaki eczaneye yöneldim. Adını duymadığım s.kimsonik kolonya için 35 lira dediler. Mersi. İki yandaki eczaneden 20 liraya daha büyük boy mis gibi Boğaziçi (yanlış karardı, Koronalı ellerim yaptırdı bunu, Rebul’ün ve Eyüp Sabri’nin çok daha güzel limon dışı seçenekleri vardı ve bunlar için yalnızca 50 metre yürüyecektim) aldım. Ellerime boca ettim. 

WhatsApp Image 2020-03-23 at 23.49.47

Yasağa rağmen iki kağıt işçisi gördüm. Normalden hızlı yürüyorlardı. Tıpkı 65+’lar gibi. Bunun dışında maskelilerin sayısı çoğalmış gibiydi.

Sinanpaşa Pasajı is Dead.

Veya Beşiktaş Çarşısı. Bu ikisini karıştırırım hep. Onlardan birinin içindeydi tamirci. Pasaj karanlıktı. Aslında bu pasajlar genel olarak AVM’ler gibi ışıklı değil, ama dükkanların çoğu kapatınca, havanın yağmurlu hali de eklenince içerisi hepten iç karartıcı olmuş. Ama tamirci bey çalışıyordu. 7 metrekarelik dükkanında. Maskesiz. Eldivensiz. Kronik hastaymış da. İşte ben gazeteci olsaydım, bundan bir habercik çıkarıverirdim. İnsan hikayesi çünkü: X bey bilmem ne hastası (sormadım tabii, gasteci değilim sonuçta bana ne), 7 metrelik dükkanına insanlar girip çıkıyor, çıplak elle bilgisayarlarını bırakıyor,. X bey alıyor bu bilgisayarları, içini açıyor… Eldiven de kullanmıyor.

Bilgisayarı bırakıp hemen dükkanın dışına çıktım ve uzaktan derdini anlattım, hemen bir açıp bakabilir miydi? -Fanımın sağ olup olmadığını merak ediyordum. Elinde iki iş olduğunu, yarım saat beklersem bakabileceğini söyledi tamirci bey.

Bir şeyler yeyip içme düşüncesi kafamda bir an belirip kayboldu. Sinanpaşa ve Beşiktaş Çarşısı’nın çevresini dolaştım. Açık birkaç yer var hala. Elinde kahve kartonlarıyla yürüyen insanları gördüm ve özendim. Kabalcı’nın önünde durup içeri girmeyi düşündüm, girmedim. Rosemann’ın önünde durup girmeyi düşündüm ve girdim. Hiçbir şeye dokunmadan çıktım. İçim daraldı.

Anladım ki bu karantina/yarı karantina zamanlarında dışarısı içeriden daha basık. İçerisi aynı çünkü, ama dışarısı Avrupa’da pazar günü gibi bir şey. Ki o günlerde insanlar gezintiye çıkar parka filan gider çoluk çocuk sesleri olur. Caddeler boş, sokaklar boş, dükkanlar kepenk indirmiş, restoranlar kapalı. Tek tük açık restoranda müşteri yok, personel asık suratla oturuyor. -Mc Donalds’ın önünde içeriye girmek için yalvaran birini gördüm.

Yarım saat sonra döndüğümde g.t kadar dükkanda üç kişi vardı. İlk başta kapı ağzından konuşmaya devam ettim. Ama içeri girip çıkanları gördükçe bir salaklık geldi üstüme, benim bilgisayar da açılınca dayanamayıp dibine kadar yanaştım. Sonrası sırılsıklam cahillikti. Işık tutabilir misiniz? Vidayı uzatabilir misiniz? Sırayla harici klavyenin kablosunu filan elledik. Korona binlerce kez çoğaldı. Yetmezmiş gibi fütursuz bir amca, tamirci beyin yere bıraktığı alt kasamın üzerine ayakkabısıyla çat diye bastı.

Gerçekten yasaklanmalı dışarısı. İnsan kendine hakim olabilen bir varlık değil. Bir çoğu değil. Ve bu meditaryen rahatlık herkesi umursamazlaştırıyor.

Yarım saatin sonunda fanım yapıldı ama tamirci bey “klavyeniz bozukmuş” dedi. “Değildi aslında” dedim, “Yok canım bozuk işte” dedi. Denedim, evet, sahiden de tuşlar basmıyor. Biraz direttim, “Ama dün iyiydi, aslında sorun fandaydı”. “Yok canım bak ben sana söyleyeyim bu klavye bozuk, aha bak, tuşların yarısı basmıyor.” dedi. “Hakikaten,” dedim, “gerçekten de basmıyor.”

Tamircilerle konuşurken süt dökmüş kediye dönüyorum. Fanı düzelttik, klavye gitti, sağlık olsun, harici var çok şükür.

Eve dönüş

Vakanın açıklanmasından bu yana konuştuğum ikinci taksici bey -o da maskesizdi- ilkine benzer şeyler söyledi: X senedir bu işi yapıyorum, İstanbul’u hiç böyle görmedim. Evet. Yollar bomboştu.

Maçka’ya çıkarken, caddenin ortasında yatan kediyi gördüm. Gerizekalının biri, bomboş yollarda hayvana çarpmayı başarmış. Kedisever Nişantaşı milleti, böyle bir şeye hayatta izin vermez. Gördüğü gibi hemen kucaklayıp veterinere koşturur. Ama şimdi herkes evinde ve hayvanın kim bilir  ne zamandır caddenin ortasında yatan cansız bedenini bile oradan alamamışlar. Bu canımı sıktı. Bu ciddi ciddi düşündürdü. Çünkü kabus böyle bir şey. Hayvanlar yollarda ölecek, onları besleyen teyzeler, hasta ya da yaralıyken kucaklayıp veterinere götürecek insanlar evlerde hapis. Sonra Wuhan’dan gelen “yalan bunlar/sahte bunlar” denen manzaraları düşündüm. İnsanlar bomboş yollarda ölüyordu. Böyle bir kıyamet gelir mi sahiden? Ve böyle kıyametlerde hayvanları düşünenlere sövülür.

Sonra Bakan demiş ki Türkiye’ye yayıldı. Komple. Demek ki şehir şehir açıklamalarını beklemek salaklıkmış zaten. Üstüne eve gelip son derece iç karartıcı senaryolar okudum. Ülkenin tamamı enfekte olacakmış yarısı ölecekmiş filan.

Ulan daha dün her şey ne kadar güzeldi! Bunu kendi başıma felaketler geldiğinde düşünürdüm. Daha düne kadar ne güzeldi! İlk defa toplu -çünkü 7.4’lük depremde velettim- bir felaket için bunu hissediyorum. Hoşuma gitmiyor. Hiç.