“Bu meret”, Nezih Semtimizde Gerilim ve Tatlı Güzergahlar

Düne kadar insandan insana bulaşmadığı sanılan, Dünya Sağlık Örgütü’nün uluslararası acil durum ilan edilmesine gerek görmediği, uzun bir süre adına Wuhan virüsü de denen bu illet geldi dünyanın kucağına oturdu. Şaşırıyorum hala. (Tam şaşıramıyorum ama, böyle filmlerde olabilecek bir şey olduğunda sanki daha çok şaşırmamız lazım, ama olmuyor) Dünyanın her yerinde insanların evde olması inanılmaz. Herhalde bu bela tamamen geçtikten sonra “Vay be, ne günlerdi” diyeceğim.

Böyle şeylerin içinde olmak çok zor. Carpe Diem çok zor. Carpe Diem hayatı mı anı mı yaşamaktı. Bak şimdi. Şu, anı ıskalamamak çok zor. Genel olarak anı ıskalamamak zor. Aslında an dediğimiz şey tabiatı gereği ıskalanan bir şey.

Anyways.

“Havada da mı kalıyor bu meret?”

Böyle sordu Erdoğan Aktaş Bey. Tevfik Özlü Dünya Sağlık Örgütü’ne göre cevapladı: Hayır, ama aksini söyleyenler var. (Süper cevap)

Galiba havada kalıyor, ama azalarak kalıyor, o da enfekte etmiyor. 

Gözlerim kızıl. Üç gündür. Konjonktivit haberine tırstım. Aliki “Ekrana bakmaktan olmuştur” dedi. Ben de şunu düşündüm: Bu durum karantina günlerini bilgisayar başında geçiren insanımızın yol açtığı bir hatalı korelasyon olabilir mi. Sağlıkçılarımız salak değil sonuçta böyle bişey olsa anlarlardı herhalde, isn’t it? ÇOK MU ZEKİSİN SEN YA. -Ama bakın insanlar uzmanlık alanı olmayan hiçbir alana bulaşmasaydı medeniyet bu noktaya gelmezdi.

Apartmanda Gerilim

Yan binalardan birinde -komşulardan biri olduğunu sanmıyorum- son ses ilahi dinleyen biri ya da birileri var. Semtimizde duymaya pek alışık olmadığımız bir şey. İ’ginç.

Bugün yönetici dedi ki, haydi hazır hepimiz evdeyken şu apartmanı sıkı bi’ temizleyelim. (Hoppala)

İtirazlar yükseldi. (Katıldım)

Yönetici noktalı peki yazdı. ‘Herkes kapısının önünü temizlesin’e döndü. Bilmem. Burnumu çıkarmaya korkuyorum. Dışardan yemek söylediğimde filan… Karşılıklı korkuyoruz. Giderek daha teçhizatlı geliyorlar, son gelen kurye baştan aşağı tulumlu ve maskeliydi, bahşişi almadan koşarak uzaklaştı.

Nefes Aldıran Rotalar

Yürümeye hasret kaldığımız bugünlerde size güzel rotalar tanıtacağım, ilk durağımız Filistin, Kudüs.

Komple işgal altında olmakla birlikte, işgalin bariz olmadığı Arap Kudüs’ten işgalin bariz olduğu Arap olmayan Kudüs’e yürüyeceğiz. 10 küsur yıl önce Ramazan ayında gitmiştim buraya. Bu güncel hali değildir belki, ama hatırladığım kadarıyla naçizane deneyimimi paylaşacağım.

Doğu Kudüs’te sizi çürümüş et kokusu ve çöpler karşılar. Burada insanlar bağıra bağıra konuşur. Türkiye’yi üçle çarp, öyle bir kaos.

“AksarayAksarayAksaray”ın “ElKhalilElKhalilElKhalil” versiyonu olan dolmuşçu bağırtısı beş dakikada bir işitilir. El Khalil işgal altındaki bir başka Batı Şeria kentidir, burada işgali gerçekleştirenler esas olarak yerleşimcilerdir ve de yerleşimin Arapçası Mustawtinin’dir. (Filistin’de öğrendiğim birkaç Arapça kelimeden biri -bunun kadar kritik olan bir başka kelime “hıs hıs”, sivrisinek demektir ve Filistinliler’in şakayla karışık söylediğine göre bu topraklarda, işgalciden sonraki en büyük problemdir) Çok mu lazımdı bu bilgi? Ama şu mühim: Ola ki bir gün yolunuz buraya düşerse, yolların dar tarafından yürüyünüz ki işgali desteklediğiniz düşünülmesin. -Geniş yollar yerleşimcilerindir.

Doğu Kudüs’ün keşmekeşinden çıkmak için Şam Kapısı boyunca yürüyüp, sonra yamulmuyorsam solunuza dönüp yokuş boyunca iniyorsunuz. Aslında çok az yürüdünüz: 10 dakika bile olmadı. Ama hop, bir de bakmışsınız Antalya, İzmir gibi bir yerdesiniz.

İnsanların sayısı azalmış, kadınlar açılıp saçılmış, tiril tiril gömlekler, etekler, entariler giyiyorlar. İşte burası işgalcilerin Kudüs’üdür.

Batı Kudüs

İşgale çok kızıyorum, lakin benim için Doğu Kudüs’ten sonra Batı Kudüs, elektriklerin gelmesi gibi bir şeydi.

***

İkinci durağımız Paris. Tarihi Arap mahallesi Barbès – Rochechouart’dayız. Burası tıpkı Doğu Kudüs gibi kokar. Çürümüş et, baharat ve çöp. Belediye çalışmıyor. Frankofonlara sorarsanız Araplar pis. İkisi de kısmen doğru. Metroya gidiyoruz.

Rotamız 4 numerolu hat. Bu hat sizi Paris’in en sefil ve kendine özgü semtinden alıp en zengin ve ciks semtine götürecek. Bu hattın uğramadığı sınıf yok gibi. Bu açıdan sosyolojik tespitler için olmazsa olmaz bir deneyim.

Metrodan Saint-Germain-des-Prés’de inin ve kendinizi şaşırtın. Son gördüğünüzü ilk gördüğünüzle tartın. Bunlar bir şehre nasıl sığdı. Tebrikler: İki nokta arasındaki en uzun mesafeyi keşfettiniz. Ve yolculuğunuz yalnızca 15 dakika sürdü.

Rahatladınız değil mi? Anksiyeteniz geçti. Allah allah. Yoksa siz… Halk düşmanı mısınız?

***

Üçüncü durağımız, İstanbul.

Sanayi Mahallesi’nden Gayrettepe’ye yürüyoruz.

Sanayi Mahallesi’nde metrodan indiniz, niyeyse binaların arkasında ne var merak ettiniz. Alt sokak/cadde boydan boya (uzun bir süre) KAPORTACI/BOBİNAJCI/LASTİKÇİ’dir.

Burada halkımız insanı var.

Devrimci olmayan, orta sağcı bir profil çizdiklerini seçim sürecinde gözlemleyebilirsiniz. (Garajlara AKP ve MHP bayrakları asılır, yine bu dönemde kulak misafiri olursanız bu iki partinin deli divane övüldüğünü duyarsınız) -Bunlar tabii benim NAÇİZANE izlenimlerim belki de alayı gizli devrimcidir.

Burası kokmaz bile; yemek yok, çöp yok, koksa koksa lastik kokar. Arabaların çoğunun iç organları dışarıdadır, çoğu binilemez haldedir, en iyi durumdakinin boyası dökülmüştür/camları patlamıştır.

Tulum giymiş adamların çevresinde kararmış köpekler dolanır, eğer koşacak olursanız onlar da size doğru koşar.

Koşmayın yani.

Zaten Sanayi Mahallesi’nde koşmak neden.

Sanayi’den 4 Levent’e doğru yürüyün. Yavaş yavaş tüketim imkanları belirir. Kentli alt-orta sınıfa hitap eden dükkanların ve restoranların sayısı artar: Börek yenir, nargile içilir, penye giysiler alınır. -Alkol tabii ki yok. Pahalı markaların dükkanlarını da göremezsiniz.

4 Levent’te Safir diye okunan ama yazılışından emin olmadığım bir, AVM desen değil, İş Merkezi desen sanki o da değil bina vardır. Oraya girmeyin. Bir b.k yok içeride.

Devam ediyoruz.

Burada yaya yolu/araba yolu birbirine karışır. Bir yerde yaya yolu ikiye ayrılır. Seçiminizi doğru yapmazsanız Levent’e giden yolu uzatırsınız ama çok önemli değil, zaten doğru yolu seçtiğinizden asla emin olamayacaksınız. Yürüdükçe, Levent’e yaklaşıyor olduğunuzu bilmeseniz de sezersiniz.

Levent biter, Gayrettepe başlar. Güneş batmaktaysa içiniz neş’e ve sevniçle dolar. (Düşününce bu ultra sübjektif bir şey oldu)

Gayrettepe’nin mutlulukla bir ilgisi olmalı.

Dört bir yanı imkan/ihtimallerle dolu.

Beşiktaş’a da inebilirsiniz, Şişli’ye de; orada sonsuza kadar kalabilirsiniz de.

Günün Şarkısı

Bu “Günün Bi’şeyleri” aslında muhalif ve ironikti ama biçim değiştirdi. Ne çok böyle şey var. Converse de böyleydi sanki.

Anyways.

Bu şarkı güzel. İtalya’yı, karantinasını ve acılarını düşünüp bunu dinleyelim: