Piki Görmek, Aşk-ı Memnu’dan Güzel Laflar ve Ofis Sandalyesinin Önemi

Piki görmüşüz. Öyle dedi Fahrettin Bey. Rakamlar düşmeye başlamış, on’niçün. Hani ekime kadardı? O demek ki maskeleri atmamız için gereken süreymiş. Aslında insanların maskeli olması güzel, toplum gözümüze daha güzel gözükecek böylelikle. Çünkü büyük çoğunluğumuzun aslında ağzı ve burnu çirkin. Ama yazın maske zor, çünkü nefes alıp verince güneş gözlüğü buğulanıyor. Takmayınca da zor. Dert!

Şuna pis kuruluyorum: Neden sorunlar birdenbire geçmiyor. Gerekirse daha uzun sürsün ama yavaş yavaş değil birdenbire geçsin. İnsanın hayatta karşısına “olumlu birdenbire”ler çok nadir çıkar, bu salgın bizim olumlu bi’ birdenbire deneyimlememiz için harikulade bir fırsattı.

Kaçırıldı.

Hazin.

Tek yapacağınız insanları 2 hafta eve tıkıp sonra her şeyi serbest bırakmaktı. Sonrasında hepimiz dünya nimetlerine birkaç misli daha şükrederek yaşamaya devam edecektik. -Bilmiyorum belki de böyle olmazdı, ama ne bileyim, yine de.

***

Çeşitli nedenlerden ötürü yakınıp durmalarımdan yılan Aliki bir noktada bana Neslican Tay’ı örnek verdi. Ben de teselli olsun diye bu kadar ağır bir örnek vermesine teessüf ettim. Ama sonra düşününce, ağır olduğu kadar gerçek bir şey bu ve hepimizin başına gelebilir. Hala gelebilir. Bu anlamda, aslında bir rahatlama sözü değil, yani “bu bana olmadı” diye sıyrılamıyorsun, pekala olabilir çünkü. Ama bunun pekala olabileceğini sahiden idrak ederse insan, hayata daha kolay katlanabilir. Ne bileyim. Başından beri hayatın güzel bir şey olduğunu düşündüğümüzden oluyor bu sıkıntılar, halbuki nadiren güzel bir şey.

Sonra Ekşi’yi açıp “insana güç veren güzel laflar” tarzı entrileri şükela modunda okudum. Orada patates ve yumurtadan bahsedilmiş, başına gelenler değil onlara nasıl tepki verdiğindir mesele gibi bir şey anlatılmış -çünkü patates yumuşuyor, yumurta sertleşiyor. Sevdim epey. Bilge laflar ne güzel böyle. Ben istiyorum ki bu bilge lafların hepsi geçerli olsun ve bir köşede dursun, ama benim başıma kötü şeyler hiç gelmesin.

Yazık ama, hepimizin başına bok gibi şeyler gelecek.

Buna bir noktada ciddi hazırlanmamız lazımdı bence ve bu hazırlanma işi konuşmakla olmuyor. Yine de ben Behlül’ün kuzenine hayatı anlatma çabasını takdir ettim.

Behlül’ün Nihal’e söylediği güzel laflar

Capture

Aşk-ı Memnu’yu gece yatarken baştan sona izliyorum, ama aynı zamanda gün içinde son bölümlerden ikişer üçer dakikalık kesitler izliyorum. Böylece o “nereden nereye” hissi daha kuvvetli oluyor. Bihter’in delirmesi mesela mükemmel. Başlarda hep soğuk ve mesafeli olan, Adnan’ı sevmeye çalışan kadın nasıl koparıyor kayışı. Bülent, Bihter’i o kadar severken nasıl hakaret etme noktasına geliyor.

Süper.

Şugar.

Çok gerçek dizi.

Neyse Behlül ilk yirmi bölümden birinde Nihal’e diyor: Hayatta her şey olur NİHAL. Aldatırsın, aldatılırsın.

Nihal gerizekalısı, “tabii sen erkeksin ya böyle düşün…” diye zırvalarken Behlül Nihal’i susturuyor. Ne ilgisi var bunun, diyor, kadınla erkekle, bu insan olmakla ilgili bir şey: Hayatta insanın başına her şey gelir.

Tırt insanların güzel laflar etmesi ne hoş.

İğrenç ofis sandalyesi

İğrenç ofis sandalyemi sevmedim. Bu karantina bizi mutsuz edecek. Ambalajını zaten söktüm, buna rağmen tüketici hakkım filan olabilir ama iade için virüsü çoğaltmayı reddediyorum. Bu iğrenç şeyi bir müddet daha kullanıp eski, dönmeyen sandalyeme döneceğim.

Hayatta paraya kıyılması gereken önemli şeyler var. Doktorun ve göz kaleminin iyisini seçmek gibi. Bilgisayar sandalyesi de böyle. Çünkü modern insan gününün çok uzun bir zamanını sandalyede geçiriyor. Yataktan daha önemli. Karantina biter bitmez eli yüzü düzgün bir mobilyacıya gidip bütün sandalyeleri deneyeceğim.

İnanılmaz derecede şiirsel ruyam:

Yabancı bir ülkedeymişim, biri bana kızıp “Sen zaten hep hilal reçeli yap!” demiş.

Bu deyimin anlamını soruyorum evinde kaldığım kadına, o da diyor ki, bizde çocuklara ilaçları (suda eriyen ve sıvıyı beyaza çeviren ilaçları kastediyordu sanırım) “hilal reçeli” diyerek içirirler. Bunu söylerken de pencereden hilal biçmindeki ayı gösteriyor. Veletler gökyüzündeki hilali yediklerini düşününce bayıla bayıla içiyormuş ilaçları.

Deyimin anlamı ise birine istemediği bir şeyi deli divane överek ve icabında yalanlar söyleyerek yaptırmakmış.

Kitap filan yazsam kullanırdım.

Günün kısa ve trajik öyküsü: Sandalyeci adamın dramı

Öğle vaktiydi. Masamda oturmuş dışarıyı izliyordum. Neden sonra vitrinin önünde dikilen üç gölgeyi fark ettim. Gözlüğümü takıp baktım:

Üç genç kızdı bunlar. Gülümseyerek içeriye bakıyor, birbirlerine beni işaret edip kıkırdıyorlardı. Ortadaki en delişmen olanıydı. Kıvırcık saçlı, deyim yerindeyse şeytani bakışlı bir kızdı. Ben de ona gülümsedim.

Sonra bir şey oldu -nasıl oldu anlamadım- camı çerçeveyi indirdiler ve içeri girdiler. Ben ne olduğunu anlamadan dükkandaki sandalyelere saldırmaya başladılar.

O an, aslında başından beri beni değil sandalyeleri kesmiş olduklarını anladım. Yerimden kalkıp onlara engel olmaya çalıştım ama hangi birini tutacağımı bilmiyordum, üstelik balık gibi kaygandılar, tam birini yakaladığımı sanırken diğeri dikkatimi dağıtıyor, yakaladığım kız kollarımdan sıyrılıp kaçıveriyordu.

Sandalyelere oturup çığlıklar ata ata bir o tarafa bir bu tarafa dönüyor, duvardaki raflara tutunarak tüm güçleriyle ileri atılıyorlardı; yeterince döndüğüne kani olan, sandalyeyi dükkanın bir ucundan diğer ucuna fırlatıyor, bu sefer öbürü dönmeye başlıyordu. Başım fırıl fırıl dönüyor, sandalyelerin tekerinin zeminde çıkardığı ses kulağımı paralıyordu.

***

Sonunda baktım duruma engel olamıyorum, işimi gücümü bırakıp ben de onlara katıldım.

Daha önce bunu neden yapmamıştım ki? Döner sandalyelere oturup dönmek insanın bu hayatta yapıp yapabileceği en eğlenceli şeydi. Hayatımın boşuna geçtiğini anlıyordum. Çocukluğuma dönmüş gibiydim. Mutluluktan ölmek diye bir şey mümkün olsa, o an ruhumu teslim edebilirdim.

Güneş batana kadar sandaleyelerde dönüp durduk.

Sonra hava ağırlaştı, ortalık sessizleşti. Nasıl oldu anlamadım. Birden asıl kimliklerimize geri dönmüştük sanki. Ben yine dükkan sahibine dönüşmüştüm, onlar da müşteri olmuştu -Fakat hayır, böyle anlattığıma bakmayın, yalan söylüyorum.

Delişmen kız gülümsüyordu.

Bu defa biliyordum, emindim, doğrudan bana bakıyordu.

Yanıma yaklaşmasına izin verdim.

Ağır ağır yürüyor, ardında göremediğim bir şeyi sürüklüyordu. Burnumun dibine kadar geldikten sonra hafifçe öne eğildi ve şöyle fısıldadı:

“Feminizm böyle bir şey değildir gerizekalı herif!”

Böyle söyledi ve dükkanın en büyük sandalyesini kafamda kırdı.

O gün bugündür, kafamdaki 38 dikişle Julia Kristeva’yı çözmeye çalışıyorum.

Günün tez önerisi

Hayatında ani mutluluklar yaşamış insanların, hayatında hiç ani mutluluk yaşamamış kişilere göre daha pesimist olması. (Çünkü sosyal bilimler göründüğünün aksini kanıtlayan olgulara bayılır) Bonus olarak “pozitif birdenbire” literatüre zorla sokulabilir.

Şarkı şeysi:

***böyle Afrika’nın yerlisi kabileler filan bir yanıyor bir sönüyor***