Annihilation’da şeyler fazla geçmişti birbirinin içine. Bu, olamazmış gibi geliyor ama aslında oluyor. Şeyler bazen insan zihninin alamayacağı şekilde, irrasyonel ve tabiata aykırı biçimde karışıyor.
Bu karışma olayını yazdığım haberin görsellerine bakarken düşündüm. Yeşil bir yer varmış. Ormanmış. Ağaçların boyları çok uzundu. Çimenler uzakta olduğu için otlar arasında boşluk yokmuş gibi görünüyordu. Akşam vakti çekilmiş fotoğrafları bana tanıdık gelmişti. Halbuki bir “gece vakti ormanlarda gezme” anım yok. Ama şu var, Pocahantas’ı Capitol’de izlemiştim.
İki genç kadın, önümüzde oturuyordu, bana dergiler vermişlerdi ve ben çok utanmıştım -çünkü ben her boka utanırdım. Film boyunca kendimi Pocahantas’ın yerine koyduğum için belleğime böyle yalandan bir gece yarısı ormanlarda geziyorum anısı yerleşti. Sinema konforunda düşlendiği için bu anılarda ormana dair hiçbir kötü şey -rüzgar, yaprak, börtü böcek, toprakta yürüme yorgunluğu, soğuk- yoktu.
Annihilation’da da öyle bir durum vardı işte, imdat diyen ayı filan. O halde…
GÜNÜN ÖZLÜ SÖZÜ
Anılarımız imdat diyen ayılardır.
Anıların hatalı karışması
Özellikle çocukluğa dair anılarda, yaşananlar, mekanlar, düşünülenler birbirine karışıyor. Bu hatalı anılar insanın kişiliğine şekil veriyorsa kötü. Ama vermiyorsa yine kötü. Bu, nostaljinin içine sızılamazlığının da sebebi. Eski düşünülmüş ve eski yapılmış şeylerin bir aradalığı güzel bir ilüzyon yaratıyor, ama bu ilüzyonun bir benzerinin şimdiki zamanda yaşanması mümkün değil. Çünkü bilinç ve deneyim fazla ayrık, bu ayrımın kalkması için ya geçmişi düşünmek ya da rüya görmek gerekiyor.
Bu yüzden Gayrettepe’de yürümek ve mesela İran’daki devrimi -mesela İran’a sosyalizm gelmiş, laikmiş de- düşünmek bile, şimdiki zamanda aslında bir boka benzemiyor. Halbuki, beş yaşındaydım, Gayrettepe’de yürüyordum ve İran’da devrim olmuştu desen, bunun tadı şeker gibi. İstiyorsun ki bir kez daha olsun, ama ilk defa bile olmamış.
Nostaljiye çok kızıyorum.
ŞŞ
Yapamadım. Bir şarkı arıyordum aslında. Kürdistan bayrağının üzerine GAY -neden GAY mesela. Neden pride değil de GAY- yazmıştı bir kadın, klibinde bunu kullanıyordu, elektronik müzikti sanırım. Alman bir kızdı galiba. Kürtlerden tehditler gelince, “Bıktık bu aşiretlerin ataerkilliğinden” gibi bir şeyler demişti. O zaman, acaba LGBTİ+’lar mı yoksa Kürtler mi daha az fayda görmüştür bu klipten diye düşünmüştüm. Şimdi düşününce, bacımızın niyeti belki de yalnızca eğlenmekti.
-Peki o zaman neden bayrak.
-Çünkü neden olmasın.
-Eğlenilecekse neden siyasi bir simge. Demek ki mesaj. O zaman eğlence değil.
-Peki bayrağın politik bir simge olmama hakkı?
-Bu dediğin basbayağı politik bir şey.
-Yo, hiç de değil.
-Bir şeyleri politikadan arındırmak. Mış gibi yapmak.
-Mış gibi yaparsan öyle, ama ciddi ciddi arındırırsan değil.
-Ciddi ciddi arındırıyorum derken mış gibi yapmak.
-Hayır ciddi.
-Hayır mış gibi.
-Ciddi.
-Mış gibi…
Çocukken bunlardan deli gibi korkardım sevgili blog. Şeylerin kötü karışması diyorum buna. Birbirlerinin içine geçiyorlar. Bir gün aldığım antibiyotikler nedeniyle şeyler böyle birbirinin içine geçmişti, saymaya başlamıştım, tuvalette bile saydım, 149’a kadar saymıştım, Aliki omuzlarımdan tutup -helada değil, salonda- “neyi sayıyorsun ulan?” demişti. Fransızca. Fransızca’ydı çünkü anadili. Sorusunu Türkçe’ye çevirememiş ve yanıtlayamamıştım. Çevirebildiğimde neyse ki o kafadan çıkmıştım. Yine de yorucuydu. Demek ki zihin böyle yorulduğunda, ona bilmediği dilde bir şeyler sormak lazım.
Neyse o kadının şarkısını dinlerdim. Sevmemiştim şarkıyı, ama hoşuma gitmişti. Arkadaki ritim hoştu. Bulamadım çok da tipik bir Kürt ismiydi niye bulamadım bilmiyorum. 15 Temmuz yeni olmuştu o sıralarda. O şarkı bana 15 Temmuz’u, HDP’nin grup toplantılarını, vekillerin tutuklanmasını ve yaklaşan referandumu çok şiddetli hatırlatıyor şimdi.
Saçma.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.