Sevgili blog. Akademisyen egosu diye bir şey var bu hayatta. Bazı insanlara oluyor, akademinin eşiğinden girdikleri gibi, değişiyorlar. Belki olmak istedikleri yere gelemiyorlar (Foucault olamıyorlar mesela) ve diyorlar ki, OK, gelemedim, ama gelseydim nasıl davranırdım? Öyle davranayım, belki öyleymiş gibi yaparsam hayat da bana öyle davranır. (Davranışsal terapinin filan bununla bir alakası var, bence davranışçıların alayı eblehti) Bunun bir örneği, arkadaşlık kuramayan insanlarda vardır. Samimiymiş gibi davranıp samimiyet kurmaya çalışırlar ve yeni tanıştıkları kişilerin ödünü patlatıp onlarla olası bir arkadaşlık ihtimalini suya düşürüverirler. Ben yaptım, bana yapıldı, çok da gözlemledim o yüzden emin gibiyim bundan, evet bu yerinde bi’ tespit olmalı.
Neyse yazmayacağım pofuduk egolu insanları filan. Değmez. Saatler ilerledikçe gülünçleşti ve önemini yitirdi, lakin güne kötü başladım. Kötü başlangıç ve bayram rehaveti işleri yüzüme gözüme bulaştırmama yol açtı ve… Yolun sonu daha başından göründü. Bir kez daha işten atılmak üzereyim.
29 yaşında başladığım çalışma hayatına 2 kovulma, 2 istifa (bir o kadarında da ne onlar kovdu ne ben istifa ettim, bir de baktım a ah, yine işsiz kalmışım) ve bol bol “Pisi Muhabir, sen ciddiyetsizsin/istikrarsızsın/hayal kırıklığısın/nasıl güvenelim sana” sığdırdım. Hep patronlarıma kızdım ama şimdi düşünüyorum, belki de sorun bende. Ciddi ciddi çalışma hayatını kıvıramayan insanlar var.
Onları kendi haline bırakınız, sanatçı olsunlar. Bir de sanatları takdir edilene kadar bal ve çöreklerle besleyin onları. Saten, ipek giysiler alın, üstü açık arabalarda gezdirin, konserlere tiyatrolara götürün, çatısında havuzu olan gökdelen filan alın, sonra görün bakın ne güzel işler yapacaklar, dünyanızı nasıl şenlendirecekler.
(Bir Engels, bir Theo hepimize lazım)
***
Aşk-ı Memnu nihayet bitti bugün. Bu diziyle ilgili bazı planlarım var, telif gelir de huzurum kaçmaz ise yapacağım bir şeyler. Aklıma geldikçe düşünüp düşünüp gülüyorum ama genelde düşünüp düşünüp güldüklerimi kurguladığımda kimse gülmüyor, aksi gibi “bir şey çıkmayacak ama/b.ka benzedi gibi” dediklerim iyi kötü beğeniliyor. Neyse, deneyeceğim. Bakalım. Belki bu hafta sonu vakit ayırabilirsem… En azından artık vaktimi alacak bir dizi yok, kurtuldum prangadan.
Adnan bey “Kurtuldum zehirli sarmaşıklarımdan” dedi.
Aliki, dizinin yayınlandığı dönem, diziyi benim gibi tutkuyla izlemez ama takip ederdi. Finalle ilgili ne düşündüğünü sorduğumda demişti ki, “Adnan Bey son kısımda çok kötü bir şey söyledi Nihal’e.”
Bu yukarıdaki lafını söylemişti: “Dememeliydi böyle. Kimse için böyle denmemeli. Sonuçta o kadını sevmişti, onunla güzel bir şeyler yaşamıştı.”
Yaşına göre pek olgun bir laf ettiğini sezmiştim o zaman, ben de aynı yaştaydım ve böyle bir şeyi düşünmek bir yana düşünmeyi de anlayamazdım. Hala da anlayamıyorum. Demek ki, bazı insanlar her yaşta olgun oluyor işte. Ama aynı olgun insanın başına bunun yarısı gelse ortalığı yıkabilir. O zaman teoride her boku anlayıp pratikte sıçan insanı mı gömmeli yoksa teoride de aynı biçimde sıçan insanı mı. İkincisi daha samimi ve tutarlı görünüyor ama böyle biri de iflah olmaz bir dar kafalıdır. O halde…
Günün tespiti
Herkesi gömmeli.
ŞŞ
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.