İyi günler X.com, Y ben nasıl yardımcı olabilirim?
Beş ay kadar çalıştım. Çalıştığım şirket çok kurumsal ve çok uluslararası olduğu için keyifliydi aslında. Yaşadığım ülkenin total haftalık çalışma saati max. 35 olduğu için görece az çalışıyorduk. Çokça da toplantı/eğitim vs olurdu. Bir de programımızda “3 saat mail cevaplama” vs görünce sevinirdik. Aliki bir defasında demişti ki, “Aslında çok rahat bir iş bu, düşün 35 saat çalışıyoz, yarısı toplantılarla ve maillere cevap vermekle geçiyor, molaları da çıkarınca hepi topu günde 3 saat telefonla konuşuyoruz. Nedir ki!”
Günde 3 saat iyi günler X.com, Y ben nasıl yardımcı olabilirim?
Çılgınlık.
İstifamdan önceki hafta telefonları “X.com!?” diye açmaya başlamıştım.
Herhalde rezalet görüşmelerim bugün bile yeni gelenlere eğitimde dinletiliyordur.
Ben sanatçı olacaktım, buraya nereden düştüm diye hayıflandığımda aklıma Freddie Mercury’nin gençlik yıllarını filan getirirdim. -Bir dönem havaalanında çalışmış. Ne garip. Ne iş yapıyordu havaalanında bilmiyorum ama, ille de sıradan insanlarla iletişim kurduğu bir iştir. O sıradan insanlar ne düşünürdü acaba muhatap oldukları kişinin kimliğini öğrense ya da ne bileyim, Killer Queen’i izleyip aa ben bu adamı tanıyorum diyen çıkmış mıdır hiç.
Anyways.
Çağrı merkezinde çalışmanın değil, ama çalışmış olmanın insana kattığı bi’ şeyler var.
Her şey bir yana “Hakkını arayan vatandaş”ın genelde hakkını ne kadar yanlış yerlerde aradığını gösteren bir deneyim oluyor bu. Ayılık yapmamayı öğreniyorsunuz. -Özel şirketler bu kadar gölgede kalırken sanırım insanın hakkını arayabileceği tek yer meclisin önü olabilir, bunun dışında tüm şarlamalar ve böğürmeler, fino bağırtısı hükmündedir. Bu acı bilgi insana kitaplarda okuduğu ‘çok uluslu şirketlerin yüzü yok’u kafasına vura vura öğretiyor. -Böyle bi’ kapitalizmin yıkılması cidden zor.
İkinci kazandırdığı şey, bundan sonra gireceğiniz her işin size kolay gelmesi olabilir, ama bu bir kazanım mı çok da emin değilim.
Şöyle ki, mesainin çalan telefona eşitlendiği bir iş, insana kaytarma olanağı vermiyor. Bu yüzden sonraki gireceğiniz işte, nefes aldığınız her an kaytardığınızı hissedip tribe giriyorsunuz. Bunun benim teorimle ilgili kısmı şu: Kaytardığınızı zanneder ama belki de ortalamanın üzerinde çalıştığınız süreçte ‘Yeterince çalışmıyorum’ hissi sizi o kadar çok yokluyor ki, sonunda usanıp gerçekten ve bile isteye kaytarmaya başlıyorsunuz.
Bu belki herkese olmuyordur. Aslında böyle senli/sizli yazmak itici bir şey. Çok az insan böyle yazabilir. Ki çok azsa onlar da yazmamalı aslında. Bir ortalama var mı sahiden? Bazı insanlar çok güzel tespitlerde bulunuyor. Hayata dair herkese olan mini şeyler yakalayıp öyle güzel anlatıyor ki okuyana/dinleyene “ay bu gözlemi ben yapsaydım” dedirtiyor. Ben bu hissi yaratabildiğimi çok nadir hissettim. Aslında 2012 yılında Aliki sanıyorum haklıydı: Zorlama P.M., sadece sana olduğunu sandığın şeyler, sadece sana oluyor.
ISS’ye gidecek olan astronotlar
Yarın iki adam uzaya gidecek. Şeyi düşündüm, niye kadın kotası koymuyorlar. Bugüne kadar uzaya beş yüzün üzerinde astronot gitmiş. Bunların 65‘i kadınmış. Uzaya kadınlı erkekli ekip yollamaktan çekiniyor olabilirler. Bu anlaşılır bir şey belki. Ama mesela bir sürü erkek ekip gidiyor, neden kadın ekip gitmiyor? Uzayda bir şeyler olursa başlarında bir erkek olsun filan mı deniyor? Hayır, niye yani. Gerçekten feminizm bu konuda niye suskun? Belki de değil?? Bilmiyorum, yeterince bağırsalar duyardım ama, bir çok konuda duyuyorum bak, bu konuda hiç duymadım.
Neyse ben gerginim biraz. Böyle yolculuklar huzursuz ediyor beni. Kesin başlarına kötü bir şey gelecek diyorum. Elon Musk günlerdir uyku uyumuyormuş. Ağır bir sorumluluk. Allah korusun astronotlara bir şey olsa vebali onun gibi. Değil tabii. Ekip çalışması sonuçta. Ama kendisi, katıldığı bir programda, iyi giderse hepimizin başarısı, kötü giderse benim suçum demiş. Çocuğu filan da oldu şimdi. Mutlu mudur acaba? Stres yönetimi konusunda epey aşkın biri olmalı.
Tatlı Bir Gazeteci Delirmesi: Cüneyt Özdemir
Bugün ABD’de siyahlara yönelik polis şiddeti üzerine konuşmasını dinleyeyim dedim. Videonun üçte birinde filan astrolojiyle ilgili birini ağırlamış. Bu kişi, anladığıma göre salgının sonuçlarını önceden görmüş. Çok da önceden değil düşününce, yani korona Çin’de ortaya çıktıktan sonra konuşmuş. C. Ö, “Şimdi bize basitçe anlat öyle çok da gezegenler şuradan şuraya gitti, bu bunun evine girdi, öbürü onun etkisine girdi’ye çok girmeden…” diyor ve astrolog cevaben tam da bunları anlatıyor.
Dinlerken sağdaki yorumlara da baktım. Adamın kitlesi çok değişti. C. Ö ile ilgili hatırladığım eski bir şey var. Bir reklamda oynamıştı. Annem demişti ki, “Bu Cüneyt Özdemir’i çok eleştiriyorlarmış, sen gazetecisin ne o öyle reklamlarda filan oynuyorsun, ciddiyetsiz ciddiyetsiz diyorlarmış”. Kimden nereden duydu bilmiyorum ama öyleymiş yani, çevresi kızmış. Şimdi geldiği noktaya bakınca matrak geliyor bu.
C. O da konsept sorunu olanlardan gibi. Ya da insanlar birilerini kalıplara koymaya çalışıyor, koyamayınca ‘konsept sorunu’ oluyor. Ama hayır öyle değil. Mesela çok ilgisiz görünen iki şey yapan insanlar etkileyicidir, kimse onlara konsept sorunun var demez, “Sen hem bunu hem onu nasıl yapıyorsun!? Bu inanılmaz bişiy!” filan der. Bu sanırım üretimin yapıldığı alanlarla ilgili bir şey. Farklı alanlarda üretim etkileyici ama aynı alanda farklı cinsten üretim kafa karıştırıcı.
Neyse, astrolog 2020’nin Kova yılı olduğunu söyleyince C. O., kendisinin de Kova olduğunu, bu durumun kendisini etkileyip etkilemeyeceğini soruyor. (etkilemiyormuş) Şeytan dürttü doğum tarihine baktım, meğer aynı gün doğmuşuz. (Sanki bunu daha önce de öğrenmiştim ama öyleydiyse de o zaman pek heyecanlandırmamış demek ki) Bu beni düşündürdü. Aliki’yi arayıp sordum: “Acaba C. Ö. ve ben, aynı kişiden reenkarne olmuş olabilir miyiz?”
“Çünkü,” dedim, “çalıştığım yerlere ve yaptığım muzip videolara bakıldığında, ben de ‘sonradan delirmiş gazeteci’ sayılırım”.
Ağır konuştu.
ŞŞ
Kavga ettiğim müşterilerin ardından kendimi hold’a alıp alıp dinlerdim.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.