1989’da Bibisi, Çatısız Kuralsız, Başkalarının Yaşamı, Takıntının Kızgın Zemini ve Toksik Anne Babalar

superbabamine1-755x500

Eski laik Türkiye de b.k gibiydi, kendimizi kandırmayalım. Süper Baba’yı laik annemle her cuma bayıla bayıla izlerdim ve bir bölümünde eşek kadar Sevinç Erbulak, geceyi erkek arkadaşında geçirdiği için Süper Baba’sından dayak yemişti.

-Vallay billay kanepede yattı baba!!

Toplum s.kilmenin kötü bir şey olmadığını anlamadıkça hiçbir şey değişmeyecek. Toplum s.kmenin de kötü bir şey olduğuna inansa, aslında bence en güzeli olurdu. “Erkeklerin penislerini o korkunç yerlere sokma zorunluluğu ah vah..!” Böyle bir şey olsa hem toplumsal cinsiyet eşitsizliğini hem de nüfus sorununu aynı anda çözerdik. Birilerinin kolları sıvayıp korkunç vajina görselleri ve utanç verici anektodlar eşliğinde anti-propagandaya oturmasının vaktidir.

Neyse BBC’nin şusu var:

Oryantalizm’i on yıl önce okumuştum, okumadan önce kitabın asıl eleştirisinin, farklı kültürlerle ilgili stereotiplerin ylap şlap bir araya getirilmesi (uçan halılar, Mısır tanrıları ve namazların bir arada olduğu Doğu seyahatleri) ve bu kültürlerin özünün boşaltılması vs olduğunu sanırdım. Okuyunca bundan ibaret olmadığını anladım. Yani kitabın esas meselesi asla Doğu’ya ait bir “öz” değildi. Ama çocuk kalmış, libidosu çok yüksek, sefahat düşkünü, kafasız Doğulu imajıyla bir derdi yok değildi. Yine de yanlış anlamadıysam ve yanlış hatırlamıyorsam bu bir “bakış” meselesiydi. Ya da yok aslında, temelde galiba, asıl mesele bu çarpık bakışın sömürgeciliği meşrulaştırma işleviydi. Evet o tarz bir şeydi.

Tabii ki BBC’nin bugün böyle bir derdi… -Aslında neden olmasın da… Bu kısımda beynim yavaşlamaya başlıyor. Bugün BBC’nin böyle bir işlevi olduğunu söylemek orada çalışanların bağımsız olmadığı, bünyesinde çalışanların İngiltere’nin emperyal politikalarının piyonu olduğu, iyi ve hırslı bir gazetecinin BBC’de en tepeye geldiğinde dahi bu emperyal politikalardan başka bir yol seçemeyeceği ya da seçimini kuruma benimsetemeyeceği gibi bir şey demeye geliyor ki bence haksızlık olur bu.

Ama bir başkası da şunu diyebilir, eh, yani BBC’nin bir yayın politikası elbette vardır. Evet vardır ama “Yayın İlkelerimiz” başlığında açıkladıklarından fazlasını onlara yüklemek nice doğrudur, bilmiyorum.

Beynimin bu yavaşlaması lisans yıllarımda ABD dış siyasetini düşündüğümde de olurdu. Bush’un ikinci kez seçilmesinden önce çok duymuştum şunu: “ABD’nin oturmuş bir dış politikası vardır, aktörlerden etkilenmez. Kim gelirse gelsin bla bla.” -Ama Trump hiç mi bir şey değiştirmedi canım?

Bu yaklaşımı da pek tutmuyorum. Yine de “BBC’nin sömürgeciliği meşrulaştırmak gibi bir derdi yok gazeteci lan onlar!” desem ortamın safı durumuna düşermişim gibi geliyor.

Neyse ben aslında şey diyecektm. BBC’nin bu belgeselinin kurgusu bana çok yaratıcı geldi. Keşke bugün de öyle işler yapsalar. Dozunda bir mizah barındırıyor. Dönemin görsel efektleri bugünün izleyicisine gülünç gelebilir ama zamanına göre iyidir herhalde.

Yine de özgün giyim tarzıyla Sultanahmet’te arz-ı endam eden muhabiri izlerken içim sıkılmadı değil. Gidip Sultanahmet’e herkesin dönüp bakacağı bir tip koymuşsun ve Türkiyeliler gayrı medeni/dar kafalı/değişik şeylere uzaylı gibi bakan ayulardır demeye getirmişsin. -Muhtemelen Sultanahmetliler çekim sırasında muhabirin kadın mı erkek mi olduğunu geleneksel cinsiyet kodlarıyla çözmeye çalışıyordu.

Sans toit ni loi

Aliki’yle buluştuk dün. Bana bu filmi önerdi. Filmin konusunu anlattığında -Kadın sokaklarda yaşamaya başlıyor, insanlar ona içki ısmarlıyor, yemek veriyor- şiirsel bir şey hayal etmiştim. Les Amants du Pont-Neuf gibi bir şey düşünmüştüm aslında. Konuştuktan sonra izledim filmi, meğer hiç de öyle değilmiş. Sevmedim filmi, Sandrine Bonnaire’ı da hiç sevmem zaten. (Çok kötü oyuncu, neden bu kadını o kadar filmde oynattılar bilmiyorum)

Fransız Yeni Dalga filan diyorlar ama kadının diğer filmleri de bu ayardaysa bence Agnes Varda için Türkiyelilerin yapabileceği en iyi tanım “Fransa’nın Sinan Çetin’i” olabilir.

Başkaları 

Kendim dışındaki insanları, varoluşları düşünmek, onların da mümkün olduğunu hatırlamak bazen iyi geliyor. Çünkü öbür türlüsünde kendimi, kafayı benimle bozmuş korkunç bir düşmanın karşısında tek başıma ve savunmasız hissediyorum. Evet yani başkalarıyla dayanışmak mümkün değil ama Hayat herkese karşı. Böyle düşününce biraz daha güzel ve daha mantıklı. Herkesin başına sürekli bir şeyler geliyor ve hiçbir şey şahsi değil.

Six Feet Under’daki Rose kızına “Eğer hayatın sana bir borcu olduğunu düşünüyorsan seni sağlam bir tokat bekliyor küçük hanım” gibi bir laf etmişti. Hım, ne güzel laf.

Takıntı ve pencere 

Takıntı, ister yas olsun isterse korkulan şey… Hayat onun kucağında akıyor. Şu içinde durduğum vaziyet, bana Gayrettepe’yi eskisi kadar ışıklı göstermeyen illet, aslında çocukluğumda ölüm korkusu içimi kemirirken avunamadığım her şeyin aynısı. “Play-Doh ve Kid Pix” demiştim annemin bilge olduğunu sandığım bir arkadaşına. “Bu ikisi, beni oyalıyor ve o zaman ölümü düşünmüyorum. Bu ikisi elimden alındığında fena oluyorum.”

Bilge olmayan kadın bana “Sorunlarından kaçma, Kid Pix var diye ölüm yok olmuyor, o hep orada” diyerek ağzıma s.çmıştı. 8 yaşında çocuklarla konuşurken bu kadar gerçekçi olmaya gerek yok bence. Yine de kendince güzel bir çabaydı, belki de takdir etmeli.

Neyse, o avuntuların, nefes aldırdığı yalan değil. Çünkü gerçeklik ille de insanın odaklanması gereken bir şey değil. Ayrıca odak değişen bir şey, bugün bunu düşündüm. Mesela trafik kazasında bir tanıdığını kaybetmiş kişi için kaza haberlerindeki “Feci şekilde can verdi” teranesi can sıkabilir, ama odakta kazada can veren tanıdık olmadığında bu laf yalnızca etkisini değil sanki gerçekliğini de yitiriyor. -Çünkü siz haberi yazan g. zekalılar, o arabanın içinde değildiniz ki.

Kızgın zeminden yukarıya uzanıp bakılan pencerenin hayatla daha fazla alakası olduğunu düşünüyorum. Yas devam ederken çünkü, böyle bir şey oluyor. Arada bir o pencereye uzanıp rahatlıyor yaslı kişi ve kızgın zemin acı vermiyor. Öyle anları inadına çoğaltmaya bakmalı.

Korkunç Ebeveynler

Çocukluğu ve ergenliği çok mutlu geçenlerin yetişkinliklerinde vasat insanlar olduğuna dair saçma bir inancım var. Sözelcilerin sayısalcılara nazaran ebleh olması kadar gerçek bir şey bu benim için. Bu videodaki bay mesela; dilinin kemiği olmayan, şiddet uygulayan, bir anı bir diğerini diğerini tutmayan, çocuğuna güvenmeyen ve Tanrı’yı oynayan, aslında hemen herkesin kendi ailesinden bir şeyler bulacağı çeşitli ebeveyn tiplerini gömüyor ve cidden çok üzülüyorum. Çok süper olabilecekken bok gibi şeyler olmuşuz gibi geliyor. Anne babalık yasaklanmalı. Saçınızı ortadan ayırarak başlıyorlar ve tüm hayatınızı mahvediyorlar.

ŞŞ