O saçların mutfak tezgahına, banyo tezgahına, sulu yerlere yapışması pis pis, yastığa, çarşafa battaniyeye dökülmesi, giysilerin arasına girip gıdıklaması ve elinizi saçınıza götürdüğünüz her an, ama her an, arka arkaya beş kere bile olsa en az bir telin elde kalması. Sonra dokununca gelen seyrekleşme -oha, kelleşiyorum ciddi ciddi- hissi. -Belki bu, psikolojiktir- Banyodan sonra iki üç değil on on beş tel dökülmesi, bu yüzden imkanı olsa haftada bir yıkayacak olmak, bir de böyle yazmak, başkalarının da derdini anlatıyormuş olma iddiasıyla -hadi lan. Yok öyle bir şey.
Kimsenin saçı böyle saçma salak dökülmüyor. Tel tel. Avuç avuç değil tel tel. Israrlı bir şekilde tel. tel. tel. Rüyamda, dişlerimin avucuma döküldüğünü gördüm, hepsinin. Bu rüyada saç, diş filan, hepsi depresyon, öyle derler, bir yerlerde okumuştum.
Fakat hayatta inatçı saç dökülmesinden daha sinir bozucu az şey var sanırım. Dökülüyor, dökülüyor, dökülüyor ama asla tam olarak bitmiyor. Azalıyor, ama bitmiyor. İnsan bu yüzden kendini asabilir bile. –Yavaş bilgisayar böyle değil, bilgisayarı kafanda tutmuyorsun çünkü. Şimdilik, kendini asanları değilse de, kafasını sıfıra vurduranları anlıyorum.
Strese/ilaca/hormonal düzene bağlıysa bunun durdurulabileceği gerçeğine odaklanmak anlık rahatlama sağlıyor -ya genetik ise diye düşünmek tedirgin ediyor -stres geçip hormonlar da düzeldikten sonra saçların yeniden eski haline dönmesine kadar geçen zamanda daha da yaşlanıp tipsizleşileceği gerçeği, acıtıyor.
Her türlü mutluluğu kıskanmak
Genel olarak mutlu insanları kıskanmak. Dün düşündüm, American Horror Story’yi izlerken, iki kafalı kızlardan birinin optimizmi düşündürdü: Şu kızın yerinde olmayı belki de isterdim çünkü benden daha mutlu ve hayata bağlı.
İstenebilir. Aynı nedenle dar kafalı bir ailenin toplumsal cinsiyet kodlarına sıkı sıkıya bağlı kızı olmak da isterdim. İnsanın çevresiyle uyumlu olması güzel ve bu çevre bok gibi bir çevreyse yapacak bir şey yok. Gerçi coğrafya kaderdir ve yanlış hayat doğru yaşanmaz da dediler, güzel laflar teselli etmiyor, bu iğrenç gerçeğin ağrısını azaltmıyor da -Dünyayla derdi olanlar da olmayanlar da ölüp gidiyor ve düşününce değiştirenler bile kısa bir süre için değiştirdi.
Salaklar.
Boşa gitti onca devriminiz.
İstanbul’da ya da Paris’te mutsuzluk
Dönünce mutlu olup olmayacağımı soran arkadaşıma, “Tabii canım insan her yerde mutsuz olabilir” demiştim. Geldikten sonra düpedüz mutsuz olduğumu anladım, sahiden Avrupa’nın en yaşanmayacak yeri olabilir Paris, belki de benim deneyimim böyleydi, bilmiyorum. Ama şu kilitler var ya yukarıdaki… Kendimi mutlu olduğuma inandırdığımda, o çirkin şeyleri görmezden gelirdim (Paris güzel, turistler berbat) mutsuz olduğumda da hayatımdaki sevimsizleri saçlarının tepesinden yakalayıp oraya bam güm vurduğumu hayal ederdim. Şimdi düşünüyorum, işte o iğrenç köprüyü olduğu gibi kabul edenler hayatta mutlu olabiliyor. Diz çöküp oraya kilit asanlar filan hele. -Fakat Tanrı cezanızı versin sizin.
Hep yukarı, baş aşağı
Bence güzel film adı olurdu. Amerikan filan bir şey. Onun Türkçesi. Asıl adı Jeremy filanmış filmin. Birileri derdi ki, orijinalinden daha iyi olan film ismi -filan.
ŞŞ
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.