
Üzerine düşündüm çünkü hayatım çok sıkıcılaştı.
Aklıma gelen birkaç meslek tipi var, onlar sanki rutine sıkışmıyordur. Turneden turneye gezen şarkıcılar/tiyatrocular/dansçılar vs ve setle oradan oraya giden oyuncular mesela sanki hiç sıkılmıyordur. Sürekli yeni insanlarla tanışıp, yeni ortamlara giriyorlardır. Dışardan bakınca gazetecilik de böyle -aslında içeriden de böyle. Gerçekten habere gidince insan birileriyle tanışıyor, sosyalliği ve sempatikliği ölçüsünde diyalog kuruyor bazen arkadaş bile oluyor. Bu gerçekten de öyle ya da böyle devam eden karantinayla ilgilidir belki bilmiyorum, ama düşününce sahaya çıktığım zamanlarda da çılgın ve deli dolu bir hayatım yoktu. Sanki. Bilmiyorum şimdi bakınca aslında öyleydi gibi geliyor. Belki de sadece birkaç günüm deli dolu geçmişti ama bu anılar bir şekilde sıkıcı geçmişimin üzerine nur yağdırmaya yetti.
Değişik Rutinler
İki sosyal insan rutinini yakından deneyimleme fırsatım olmuştu.
Biri, o sırada sevgilisi olan, yıllardır görmediğim eski ilkokul arkadaşım Aliki’ydi. Onlarda kaldığım günün sabahı 4 5 saat uyanmasını beklemiştim. Uyandığında eve Çin yemeği söylemiştik, bence güzeldi yemekler, ama Aliki yemeğin sonlarına doğru “iğrenç bu yediğimiz şeyler” dedi ve birden ona hak verdim. Sonra evden çıkıp kuaföre gittik, Aliki’nin saçı ve manikürü çok uzun sürmüştü, ben o sırada dergilere bakıp -kuaförü reddediyordum- çok sıkılmıştım. Sonra “biraz da seninle ilgilenelim” demişti, o sıralar yana döne aradığım ama bulamadığım bir baharatı bulabilmek için Osmanbey’de aktarlara girip çıkmıştık. Sonra bir yerde “çocukla buluşuldu”, yemek yendi -Aliki brokoli çorbası içmişti- ve ikili öpüşüp ayrıldı. -Şimdi düşününce gerçekten bilmiyorum ne işim vardı bu hikayede, galiba İstanbul’a bir sebepten gelmiştim ve kalacak başka yerim yoktu.
O gün böyle saçma sapan geçmişti ve anladığıma göre bu Aliki’nin rutiniydi.
İkincisi, yine o sırada sevgilisi olan uzaktan kuzenim Aliki’ydi. Benden önce uyanmıştı ve kahvaltıya gelmem için ısrar etmişti. “Bana neden ihtiyacınız var” gibi bir laf etmiştim, o da buna karşılık “Babam çok üzülür gelmezsen” demişti. O noktada babanın niye şeyinde olsun benim gelip gelmemem Aliki manyak mısın sen demek yerine daha fazla tartışmamak için kalkıp oturmuştum masaya. Aliki’nin babası maydonozları ciddiyetle kemirirken gözüme tavşan gibi görünmüştü, -Masadaki varlığıma çok da öyle sevinmiş gibi görünmüyordu.
Sonra “Cadde’ye çıkmıştık”. Üstten üstten ama doğallıkla “Bak ben nereye götüreceğim şimdi seni…” demişti. (Birkaç gün önce ısrarlarım sonucunda Divan pastanesine gitmiştik, içeride oturanların yaş ortalaması Aliki’nin dikkatini çekmişti, buna alaycı yaklaşmıştı: “Demek sen böyle yaşlıların takıldığı yerleri tercih ediyorsun.”) Sonra galiba Kırıntı’ya gitmiştik. Etrafı gösterip “Bak PM, burada hep gençler var, bizim gibi” demişti. Bana “köyden gelen kuzen” muamelesi çektiği için kendisine bozulmuştum: “Ankara’da da böyle boktan yerler var, ben damak tadıma uymadığı için tercih etmiyorum.” Muhtemelen o, dediğime bozulmamıştı, barışık biriydi kendisiyle.
Günün devamında giysi dükkanlarına girip çıkmıştık. Aliki gözüme berbat görünen ama üzerine giydiğinde her nasılsa çok yakıştırdığım -insanın kendisine yakışacak olanı askıdan tanıması gerçekten bir yetenek, buna saygı duymayı zaman içinde öğrendim- deste deste giysiyi giyip çıkardı ve hiçbirini almadı. Sonra Kadıköy’e gittik ve dinlenmek için bir kafeye oturduk. Orada Aliki, insanlarla tanıştı, bunu kumsalda ya da parkta tanışan iki veledin tanışması denli rahatlıkla yaptı (-İnsanlarla nasıl böyle ayak üstü tanışıyorsun Aliki? -E tanıyorum ki ben zaten onları? -Adını sordular… -Tamam da abi, tanıyordum yani…) Ben orada da epey sıkıldım. Kuzenim benimle değil yeni tanıştığı insanlarla ilgileniyordu, ben de muhabbete katılmak yerine çok önemli başka bir şeylerle uğraşıyormuş gibi yapıyordum -Masanın ahşabının yıpranmış verniklerini kaldırmak vs.- Sonra kalkıp eve gitmiştik. Evde bana MSN Messenger’ı öğretmeye çalıştı, hesap açmak için önce mail adresi almamız gerekti, daha önce defalarca birileri tarafından aynı süreçlere maruz kaldığım için denediğimiz hemen tüm isim soyisim kombinasyonları zaten alınmış çıktı. Sonuç olarak adımla alakası olmayan, değil şifresini kullanıcı adını dahi birkaç saat sonra unuttuğum saçma bir adres aldık ve nihayet MSN’i etkinleştirdik. Bu sırada Aliki’ye sürekli mesajlar yağıyordu, bunlardan birinde biri, bir akrabasının öldüğünü söyledi. Aliki yüzünde hiçbir değişiklik olmadan “aaaa çok üzüldüm :(” gibi bir şey yazdı. O tuvalete gittiğinde masaüstündeki “Iraklı kadınlar” klasörünü açtım, içinde gaz maskeli adamların ve çeşitli katliamlardan sağ çıkmış insanların fotoğraflarını gördüm, kuzenimin ve bir çok insanın aslında göründüğünden çok daha ilginç olabileceğini şöyle bir düşündüm.
Gece arkadaşları aradı, nargile kafeye gittik. Sigara içmeyen kuzenim “nargilenin yararlarını” sayıp döktü. Masada bir sürü insan vardı, tıpkı kafedekiler gibi birbirlerini tanımıyorlardı ama “aslında tanıyorlardı”. Hiç komik olmayan şeylere ağız dolusu güldüler, anlamadığım konulardan konuştular, sonra kuzenim suskunluğuma üzülüp beni muhabbete dahil etmek için “PM siyasetle çok ilgilidir” gibi bir laf etti ve ben, benimle muhatap olunan süre boyunca bunun hiç de böyle olmadığını kanıtlamak için çabaladım. Yorucuydu. Bu da Aliki’nin rutiniydi: “Bizim de günlerimiz böyle geçiyor işte PM :)” Onun için üzülmüştüm.
Asosyal İnsan Rutini Nasıl Kırabilir
Yeni insanlarla tanıştığında heyecanlanmayan, yakın arkadaşlarının sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen ve en yakınlarıyla bile 4 gün aynı ortamda kalınca yalnız kalmayı özleyen insan rutini nasıl kırabilir, kırabilir mi, bunu düşünüyorum.
Aslında oluyordu, hayatımda ilk kez, karantina sonrasında olmak üzereydi. Akla gelen fikirlerin heyecanlandırması gerekiyor, o zaman oluyor. O fikirleri bir şekilde hayata geçiriyorsun yazarak, çizerek, kurgulayarak vs. Bir şey üretmek yani. Mümkün de bir şey.
Peki,
09-18 çalışan Asosyal İnsan Rutini Nasıl Kırabilir
Bu çok zor geliyor. O dokuz altı ofiste olsa rutin o kadar göze batmayacak belki, çünkü iş arkadaşının ettiği bir laf, bir espri ya da sataşma, rutini paralayabilir. Aslında yukarıdan bakınca değişen bir şey olmamıştır ama kişinin dengesi bozulmuştur ve bir şekilde sıkılamamıştır. Güzeldir. Bence. Veya işte, çıkışta bir bira içildiğinde rutin yine geri çekilir. Aslında değişen yine hiçbir bok yoktur, ama mekanın ani değişimi bir illüzyon yaratır. Şimdi ise gün yatak odasında geçiyor. Bu çok fena. Yatakta uzanıp haber girmek, yatakta telefonla konuşup onun deşifresini yapmak, mesaiden sonra yatakta uyuyakalmak, uyanıp yatakta yemeksepetinden bir şeyler söylemek, yatakta onları yemek. -Eyleme gittin mi PM? -Uyuyakalmışım ya.
Ve arada bir şeyler okumaya/izlemeye çalışmak.
Adını yanlış okuduğum 1Q84 -hikayedeki az konuşan kızın IQ’sunun 84 olduğunu sanarak 170. sayfaya kadar geldim- hala yeterince cazip değil. Kitap mı cazip değil, ben mi kaldıramıyorum bilmiyorum ama günü kitap okuma ekseninde kurduğum dönem güzeldi. Günü kitap ekseninde kurguladığında çünkü insan -ya da herhangi bir şeyin, güzel bir şeyin ekseninde kurguladığında- rutin o kadar batmıyor.
Rutini Sevimli Hale Getirmek
Bu da bir çözüm yani. Ne bileyim. Ritüeller çok önemli burada. Sağlıklı ve mutlu insanların ritüelleri olduğu dikkatimi çekegelir. Aliki’nin Paris’te bir “en sevdiği kilisesi” vardı mesela. Türkiye’ye dönmeden önce oturup orada veda kahvesi içmişti. Mutsuz olduğunda da hep oraya gidermiş. Bir Aliki’nin de, Lyon’da kendini kötü hissettiğinde gittiği bir “kilisesi” vardı. Bu Aliki ayrıca kendini kötü hissettiğinde, takıntılarından kurtulmak için metroya bindiğini söylemişti. Metro kenti bir uçtan diğerine geçtikten sonra geri dönüyormuş. Küçük Prens’in güneşin batışını izlemesi gibi sevimli gelmiyor kulağa, ama bence en az o kadar anlamlı. Hayatta aklıma gelmez takıntımdan kurtulmak için bir toplu taşıma aracından medet ummak. Gerçi bunu Lyon’da ve İstanbul’da deneyimlemek epey farklı olurdu.
Önümüzdeki günlerde kendime böyle ritüeller aramaya niyet ettim.
ŞŞ (RIP)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.