Bira alamadım ya lan.
3 yıllık tekelim vermedi, “Dışarısı karışık şu ara,” dedi. Dışarısı ne zaman ki içeriye sızarmış, insan delirirmiş. Hatta Eiffel-sevmez yazarın Le Horla’sı (Hors: Dışarısı, La (aksanlı): Burada) bunu anlatıyormuş -bunu Fransızca kursundaki hocamız açıklamıştı, ben de hayran olmuştum bir kursiyerin bu kadar derin bilmesine, ama kadın Fransız sonuçta, insan kendi kültürünü bilmeli zaten.)
Beraber çalıştığım, aynı işi yapmakla görevli olduğum insan, son derece mükemmeliyetçi ve organize birisi. Kendim; savruk, sorumsuz, dalgın, beceriksiz biriyken, onun bu mükemmelliği karşısında hepten rezil rüsva oluyorum. Aliki’ye bundan yakınacak oldum, işimi sevmediğimi söyledi. Aynı işi mükemmelen yapan birini görmek bana aslında işimi sevmediğimi hatırlatıyormuş, o yüzden üzülüyormuşum.
Haklı olabilir.
Bunun için doğmadığımı düşünüyorum arada. Ama nefret de etmiyorum yani, kendimi gerçekleştirme yolumda çok “irrelevant” durmuyor işim. Biraz uzatacak oldum, “Sorun sende,” (Sorun genelde hep bende) dedi. “Bu yüzden o yükselecek sen yerinde sayacaksın.”
Bu işler böyleymiş.
Ama düşünmek bunu, çağrı merkezi günlerimi hatırlattı. Bir kızcağız vardı, nereliydi hatırlamıyorum, performansının övüldüğünü anlatırken gözleri parlardı:
“Jenna bana dedi ki, çok iyi iş çıkardın, bugün 20 (atıyorum) kişiyle görüştün ve hiçbirinden geri dönüş gelmedi.” (Müşterinin 24 saat içinde yeniden araması, sorununun çözülmediğine dalalettir ve hizmetçinin hanesine eksi olarak yazılır)
Kız öyle süpermiş. Övünüyordu bir gün içinde alabildiği çağrı sayısıyla. Tatar Çölü’nü hatırlatmıştı bana. Orada yazar, esas karakterimizin günlerin hızla (ve aynı rutinin içinde) geçip gitmesinden tuhaf bir haz duyduğunu anlatır. Tam bunu düşündürüyor bana böyle şeyler.
Becerebilirsem kısa film olarak böyle bir şey çekeceğim.
Günün kısa film senaryosu önerisi
Üretim bandında iki kişi. Biri banttan daha hızlı çalışıyor ve yanındakine çemkiriyor:
“Hadisene!”
-bu kadar-
G.t edeceğim derken hayata ayılmak
Çağrı merkezi denli Ford sistemine benzer bir çalışma sistemi var mıdır aceb.
Hiçbir zaman tükenmiyor.
Eğitimde hocamız demişti, “Hayır, şikayetler tükenmez, sayfayı yenileyin!”
Yenilemiştik ve bir şey olmamıştı.
“Sitede sıkıntı vardır, tekrar yenileyin!”
Nasıl istemiştim şikayet gelmemesini! “Yok işte lan başka mail, bitmiş hepsi!” diyecektim. Bunun imkansızlığını çalışmaya başladığım ilk hafta anladım. E postalardan oluşan bir dağ var, büyüklüğünü bilmiyorsun. Türkçe ve İngilizce mailler tükense sıra Sanskritçelere gelir, öyle bir sistem.
Steven John Assanti
Böyle bir adam varmış. Bana biraz Filthy Frank’i biraz Lady Gaga Gökhan’ı hatırlattı. Mesela birincisi, ikincisi gibi görünüyordu ama ikincisi sahiden o görünen gibi davranıyordu. Ne bileyim, parodi ve gerçeklik arasındaki ince çizgi -belki de o kadar ince değil.
Bahar Candan da böyleydi aslında.
Aliki’yle konuştuktan sonra kanım kaynamıştı kıza. Diyaloğumuz şöyleydi aşağı yukarı:
-Türkiye toplumu B. C.’yi anlamadı. O divayı oynuyor -parodi, performans filan bir şey.
-Yok lan, gerçekten öyle. Gerizekalı o kız.
-“Bütün arkadaşlarımın babasının çikolata fabrikası var benim yok” diye ağlayan bir insan. Bunu mu ciddiye alıyorsun?
Yazınca olmadı ama benim için bir aydınlanma olmuştu. Sahiden B. C.’nin ciddiye alınmak istemediğini o an anladım. B. C. gerçek değildi. ABD toplumunun filan alışık olduğu bir şeyi canlandırıyordu. Matmazel Coco gibi karizmatik değildi ama en az onun kadar gerçekdışıydı. Acaba ne oldu ona. Biri Ekşi’de “porno sektörüne girsin, oraya yakışır” demiş. Bana kimse demez böyle bir şey. (“Kalkmışı indirirsin” filan derler) Ama dese, sanki yine sevinilmez. -Böyle bi’şeyin hakaret olarak söylenmesi mesela…
Hığ?
Ne diyon?
Girsene porno sektörüne?
Ehe.
Neyse hala korkuyorum o ince çizgiyi ıskalamaktan. “İroni yapıyordum”; g. zekalıların, zevzeklerin ve politikli inkorrekt kardeşlerimizin son sığınağıdır. “Kuzenim yazmış”tır. Gerçek bir ironi yapıcısı -Andy Kaufman’dan gayrı gelmiyor aklıma ve o da ironi mi yapıyordu sahiden) bunu asla söylemez. Kendine bile. Ama ben saçma sapan işlerimi yapmaya devam ederken birileri, “Ciddiye alınmayacak kadar saçma, ciddiyetsiz olamayacak kadar gayrı-komik” dese…
Önce seni görmezden gelirler, sonra seninle alay ederler, sonra seninle savaşırlar ve bok yoluna öldüğünle kalırsın.
Üzer.
Gidip kendimi asmam, ama üzülürüm.
Horsey Sos
Arby’s benim için Horsey sos idi ve çok güzeldi.
Bugün Horsey sos seçeneği çıkmadığı için ketçap ve mayonez seçip, müşteri notuna LÜTFEN HORSEY SOS GETİRİNİZ buyurdum.
Sallamayacaklarını tahmin ettiğim için Yemek Sepeti’nin Canlı Yardım’ına yöneldim. Bir türlü bağlanmadı. Google’a Arby’s yazıp müşteri hizmetlerine ulaştım. Kadın dedi ki,
-Siparişiniz hazırlanma aşamasında o yüzden bir şey yapamayız şu an. (Hayır kurye çıkmadan poşete atıverebilir, teknik olarak mümkün.)
-Horsey sos ücrete tabii o yüzden onu biz buradan değiştiremeyiz siz ödemenizi yaptınız. (Hayır ketçap ile aynı fiyat, değişim istiyorum, ücret farkı olmayacak)
-Yemek Sepeti’nden söylediğiniz için onun Canlı Yardım’ıyla iletişime geçmeniz lazım. Biz bir şey yapamıyoruz.
Gerçekten yapamıyorlar. Teknik olarak mümkün. Ama sistem, buna engel oluyor. Bu inanılmaz bir şey. Çok basit bir şey, yapılamıyor. Çünkü sistem.
Ben bunca çabama rağmen bir Horsey sos alamıyorum ve birileri bu ülkede/bu dünyada sosyalist devrim için çabalıyor.
İ-NA-NIL-MAZ.
ŞŞ (Bi daha bu adamlar, zira çok tatlılar)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.