Konsept Sorunu

Konseptin kendisi sorun. İnsana konsept dahilinde saçmalatmak (çünkü blogun temel amacı bence buydu) elini ayağını bağlayıp dans etmeye zorlamak gibi bir şey. Satacak bir konseptim olsaydı muhtemelen bayıla bayıla çalışacağım bir işim de olabilirdi. O yüzden belli bir konuda yazmak konsunuda kendime eziyet etmeyeceğim.

İşten Ayrılamamak

İstifa edeli bir aya yakın oldu fakat çalışmaya devam ediyorum. Şimdi şimdi anlıyorum ki sanırım yerime gelecek kişi hali hazırda çalıştığı yerden ancak ay başında ayrılabilecek. Bana henüz ay sonuna kadar çalış denilmedi, ama belki de olacak olan bu. Çünkü ne bileyim, bu hafta son haftam olsaydı herhalde şimdiye kadar söylenirdi. Haftalardır her haftaya “bu hafta son” diye başlıyorum.

Bu aslında iyi oldu, çünkü direkt çıkarılsaydım pişman olabilirdim; istifa sonrası çalışmak o kadar zor geldi ki, artık kararımın doğruluğundan yana zerre şüphem kalmadı. Acaba bir sonraki işim nasıl olacak.

Hayatımızın Belli Dönemlerinde Tanık Olduğumuz İnanılmaz Olaylar

İnsan farkına varamayabiliyor. İnanılmaz olaylar çünkü “inanılmaz bir olayım ben” diye bağırmıyor. Mesela inanılmaz bir şey oluyordur ama o sırada mideniz bulanıyordur, başınız ağrıyordur, yemeği fazla kaçırmışsınızdır, gazınız vardır; siz anlamadan kaçıp gidiverir inanılmaz olay.

İki tane inanılmaz olay oldu, daha sonra anlattığım insanlar buna epey şaşırmıştı. O zaman, neden caps almadım/fotoğrafını çekmedim diye çok hayıflandım.

Neden caps almadım!

Paris’te 400 euro’ya kadar ev bakarken gördüğüm, salonun ortasında klozet olan o ev. Seloger’de ya da PAP’ta görmüştüm ilanı, klozet kanepenin hemen yanında duruyordu. İnanılmaz bir şeydi. İlanda bu ayrıntıyla ilgili tek kelime yoktu.

Neden fotoğrafını çekmedim!

Yine beşyüz euro’luk, gözümle gördüğüm evde, klozet bu kez mutfakta, buzdolabının hemen yanında duruyordu. İlanda mutfağın bu kısmı kadraja dahil edilmemişti. Komisyoncuya fayans arasında hamam böceği görmüş gibi “buzdolabının yanında klozet var” dediğimde Fransızlara özgü garip sesler çıkardı:

-Ah bah ouais… Ouais… C’est ça…

Big Lebowski’deki terlikli sabahlıklı adamın diğer günleri

Hayatımın akmayışına hayıflandığımda (işliyken ofis olmasa, işsizken ofis ortamım olsa akacakmış gibi gelir) aklıma suç konulu filmler geliyor. Başlıktaki muhtemelen en sevdiğimdi. Halbuki muhtemelen o insanın diğer günleri akmıyordu. Hayatın kesilip biçilip sıkıcı taraflarının atılmaması, böyleyken sürekli hayatın kesilip biçilen, rafine biçimlerine maruz kalmak insanda böyle saçma salak bir psikolojiye yol açıyor. Çağımız insanı Instagram’a sinemaya olduğundan daha düşkün olduğu için toplumun geneli böyle tırt tespitleri sosyal medya üzerinden yapıyor ama sinema aşıkları da kurtarılmalı. Yani onlara da birilerinin “Gerçek hayat herkes için böyle, muhtemelen Beatrix Kiddo bile Kill Bill’deki sahneleri hariç, sıkıcı bir hayat yaşadı” demesi lazım.

Birileri belki diyordur.

The Hunt

İzler izlemez üzerine bir şeyler yazacaktım. Oradaki sarışın, Kill Bill’dekine çok benziyor. Yüzünün yamukluğu bile aynı. Şu an hiçbir şey yazasım yok. İnsan böyle şeyleri ertelememeli.

WP’nin bu haline hiç alışamadım.

Hiç.