I Daniel Blake’i izledim. İçime öküz oturdu. Daniel Blake’in yaşadıklarını mikro ölçekte sağlık sistemimiz yaşatıyor bana bir zamandır. Ben herhalde bir şeyleri yanlış yapıyorum. Dahiliye tarafından gastroenterolojiye sevk edilmek için iki saat gidişli dönüşlü yol teptim -182’ye bir hafta sonunda ulaşabildim, dahiliyeden randevu alabilmek için bir o kadar uğraştım- sonuç olarak yeşil listeye alındığımı söyleyip gönderdiler. Bunun bana şimdilik faydası olmadı çünkü henüz hiçbir hastanede gastroenteroloji bölümünden randevu almayı beceremedim. 2 hafta sonrasına da randevu alınamadığı için günaşırı sapık gibi 182’yi arıyorum. Düşmüyor.
Demek bu yüzden kuyruklar yok hastane önlerinde. Halı altına süpürmüşler. Kuyruk olmuyor ama telefonlar kilitleniyor. Belki sosyal devlet dediğimiz aslında kuyrukların görünmez olmasıyla ilgili bir şey. (I Daniel Blake düşündürüyor bunu) Gelişmiş ülkeler, aslında gelişmemişliği iyi saklayabilen ülkeler. Ama gelişmemişlik belli bir dozu aştığında saklanamaz oluyor, delilik gibi. Bu kuyruklar da acaba saklanamaz hale gelir mi. 182’ye ulaşmaya çalışanlar nerede delirebilir mesela. Daniel Blake binaya grafiti olarak yazmıştı mesela. Böyle şeyler güzel. Ama tekrarlandıkça anlamını yitirebilir.
Filmle ilgili dikkatimi çeken bir miniş şey oldu. D. B’nin genç ve zıpır komşuları, aynı sistemin açığını bulabildikleri için köşeyi dönme potansiyeli olan kişiler. D. B ise bunu yapma gücü olsa da yapmayacak birisi.
Herkesin bir ontolojik hayvanı…
…olduğunu düşünüyorum. Kişi bu hayvanla kendini özdeşleştiriyor. Bebekliğin belli bir evresinde olan bir şey olabilir. Lacan’ın ayna evresi gibi bir hayvan evremiz var, evde evcil hayvan varsa o hayvan oluyor bu. Kişi bir şekilde kendini, varoluşunu o hayvanınkiyle eşitliyor, belki hayvan da anne ve babanın aksine tümgüçlü olmadığından, o hayvanla özdeşleştiriyor kendini. Onlar sonra cat person, dog person oluyor. Şuradan hareketle düşündüm:
Biri Twitter’da yazmış:
“dövülerek öldürülen bir köpek videosu var. hayvan önce direniyor,kendini dövdürmemeye çalışıyor. kafasına aldığı darbelerden sonra ise sersemliyor,korkup siniyor. belki daha fazla vurmaz diye direnmekten vazgeçiyor ve üst üste aldığı darbelerle ölüyor. anlatılan bizim hikayemiz.”
Okurken beni hiç rahatsız etmemişti anlatımı. Gelen yorumların ardından -benzetilenin benzeyenden çok daha vahim/korkunç olduğundan hareketle adamı duygusuzlukla ve edebiyat paralamak için hayvanların başına gelen vahşeti meze etmekle suçlamışlar- rahatsız etti. Bir de üzerine köpek yerine kedi koyunca hepten sinir oldum. Böyle insanlar nasıl var diye filan düşündüm.
İşte buradan hareketle, buna “duyar kasmak” diyenlerin ontolojik hayvanının olmadığı ya da bu hayvanın köpek olmadığı, buna içtenlikle dellenenlerin -dellenmesi gerektiğini düşündüğü için dellenenlerin değil- ontolojik hayvanının kesinlikle ve kesinlikle köpek olduğu sonucuna vardım.
Bu durum belki bir çok şey için böyledir. Bir tanıdık unsur, ontolojik bir şey -insan arıyor. Bebebkliğinde bağ kuranlar-kurmayanlar vs. Ama yetişkin olduklarında onları geçmişi öyle böyle diye değil de duygusuz/duyarlı ekseninde bölüyorlar bence bu tatsız ve haksız.
***
Kafeinsiz kahvenin verdiği his biraz, nezleyken kahve içmek gibi.
***
1 K 1 E izliyorum
Daha doğrusu dinliyorum. Çizim yaparken zıpır zıpır konuşuyorlar. Aşırı derecede homofobik ve transfobik olduğunu fark ettim. Vay be nereden nereye diyecek oldum ama muhtemelen saçmalıyorum. İnsan küçük dünyasına kalite geldiğinde bunun genel bir şey olduğunu sanıyor. Homofobi ve transfobi alabildiğinde yerinde duruyor. Hatta bugün şakası dahi yapılmayacak denli marjinalleştirildi. Evet aslında iyi bir şey yok sanırım.
Bölüm altına yapılan “ne şeker çift” minvalli yorumlar sinirimi hoplatıyor. Her bölümde kadın adamın parasını harcıyor, harcayamadığında yalvarıyor, seksi numaralar yapıyor ya da agresifleşiyor. Sürekli evlenmek istiyor ve fakat adam hiç oralı olmuyor. +Kadın aldatılmış, bunu sindirmiş. Adam bunu dünyanın en sıradan şeyi gibi… Üf! Kadın erkek ilişkilerinin çok boktan bir örneği. Fakat Demet Evgar çok tatlı.
Adezyon/Scar Tissue
“Bunun çaresi maalesef yok” lafını duymamak için sekiz aydır gitmediğim doktor, gittiğimde bana tam olarak bunu söyledi. Sizi, dedi, narkoz verip tekrar açar kapatırız, ama daha iyi olacağınızın garantisi yok. Daha kötü olmayacağı kesinse razı olduğumu söyledim, ona da olumsuz yanıt verdi.
Adezyon, dokuların birbirine yapışması neticesinde hareketin kısıtlanmasına yol açan bir illetmiş. Bunun bu olduğunu biliyordum ama masajın sahiden çözüm olabileceğini bilmiyordum. Ülkemizde masaj küçümseniyor. Masaj aslında mucizevi bir şey. Adezyon illetinden insanları kurtarabilecek olan şey bu. Youtube’da scar tissue ve adhesion anahtar kelimeleriyle masaj videoları izlenebilir ve belli bir basıncın üzerine çıkmadan denenebilir. Belli bir basınç üzerine çıkmak gerektiğinde -daha ileri adezyonlar için- fizyoterapiye gidilmeli.
+Bu adezyonlara, ölü dokulara botoks ve benzeri enjeksiyonlar da uygulanıyormuş. Deneyimlemedim ama bunu yaptığını söyleyen merkezler var.
Basit hastalıkları ya da rahatsızlıkları olan kişiler, hastanelerde şifa bulamadığında fizyoterapiye kesinlikle şans vermeli.