Japon ya da Kore sineması üzerine ahkam kesebilecek kadar Uzakdoğu filmi izlemedim. Ama bu dördünü izlerken düşündüm. Dördünde de ilk başta beni iten (Parasite’de sonuna kadar itti) hakkında yazılmış eleştirileri okuyunca görmezden geldiğim bir şey var. O şey, sanırım görmezden gelinmesi gereken değil alışılması gereken bir şey. Bir tarz yani. Fransız sinemasının bir döneminde karakterlerin kameraya bakıp konuşması, abartılı mimiklerle oynaması gibi.
Ben buna alışmaya başladım.
Kokuhaku çok güzel bir intikam filmi. Bence. Ama bunda, Oldboy’da ve Death Note’da içime sinmeyen bir şey var: Karakter kafasında bir şey tasarlıyor ve her şey onun tasarladığı biçimde gelişiyor. Halbuki insan illa ki bir yerde s.çar. Hayır, hiç s.çmıyorlar. Seyirci sıkılmasın diye kurgu parça pinçik ediliyor, planı bazen en sonda bazen ortalarda parça parça öğreniyoruz vs. Peki Hollywood’un ölümsüzlerine dellenmeyenler neden iş Japonlara ve Korelilere karşı bu kadar katı değil? Neden kimse James Bond’u, Zor Ölüm’deki Bruce Wills’i filan dalgaya aldığı gibi bu filmlerdeki “tam planladığım gibi”leri eleştirmiyor? Belki de eleştiriyor canım.
Sonracığıma bu üçünde +Parazit’te b.ku hepten çıkarılmış biçimde, bilinçli bir uzattıkça uzatma durumu var. Bir çocuğun fantezisi denli tutarsız. Bundan üç dört hikaye çıkar diyesin geliyor. Mesela Mello bir hikayeyi hak ediyordu, ama onu L’den sonra getirerek harcadılar. Too bad. Mello Freddie Mercury’nin gençlik yılları denli karizmatik, feminen ve vahşiydi.
Mello

Freddie Mercury’nin 20’li Yaşları

20’li yaşlarda herkes ne güzelmiş. (Freddie hep güzel) Ama cidden garip yani. Bazı orta yaşlı hatta yaşlı adamlar bir zamanlar gayet öpüşülebilirmiş. Tuhaf.
Marlon Ziya

Ziya Selçuk Marlon Brando fotosu eşliğinde paylaşım yapmış. Bu kesim espri yapma işini o kadar yüzüne gözüne bulaştırdı ki artık şaka yaptıklarında da anlaşılmıyor. (Bence güzel espriymiş, üzüldüm düştüğü duruma. Şimdi şakaydı dese inanmazlar da.)
Kokuhaku’daki “Bana Werther deyin” diyen eşofmanlı seksi adam
O adamı niye suçladıklarını anlamadım. Çocuğun evine dadanmış da o yüzden çocuk delirmiş. Mesela, anlamadım. Uzakdoğu sinemasında böyle gariplikler de var. Park Chan-wook’un filmlerinde de insanlar garip ve aşırı tepkiler veriyor olmadık şeylere. Çocukcağız kendince terapi gibi bir şey yapmaya çalışıyordu sanki, okula gelmeyen çocuğun halini hatırını soruyordu, okula gelene karşı zorbalığa geçit vermiyordu, ben neyi kaçırdım?? Neyse yani demek istiyorum ki… Bu filmde içime sinmeyen şey… Ortalığı izleyiciyi belli bir biçimde düşünmeye zorlayacak şekilde bulandırıyorsun, sonra abra kadabra, asıl manipülatör esas kadın/esas erkek. Death Note’da da var bu. Sinir bozucu. Aslında izleyiciyi mal yerine koyuyor, hiç ipucu vermiyor. İpleri baştan beri elinde tuttuğunu da öyle bir gizliyor ki seyirci WOOAAAA ÇOK ZEKİCE WOAAA.
DN’nin kurgusunu çok zekice bulanlar, o ikilinin atışmasını satranca benzeten insanlar, sizi anlamıyorum, satranç iki kişiliktir, senaryoyu bir kişi yazmış, biri düşünürken diğerinin onun düşündüğünü bilmesi o kadar da zeka pırıltısı içermiyor. Vasatlık ve düz mantık karşısında büyüleniyorsunuz. Bence DN’nin mükemmelliği çizimlerinden geliyordu.
Alışınca güzel olan abartı
Öğrencilerin hocaya binbir saygısızlık yapıp sonra çocuğunun başına gelenlere çok üzülmüş gibi katil çocuğa zorbalık etmeleri, bu sırada seri düşük puan vermeleri, bu puanları verirken şarkı söylemeleri, aynı zamanda dans etmeleri, tuhaf hareketler yapmaları… Alışınca güzel.
I am a cyborg ama sorun yok filminde işçi kızın çat diye bayılması, bayıldığı gibi karga tulumba götürülmesi, adamın kıza türkü söylerken coşması, uzak diyarlara gitmesi, Oldboy’da adamın kızı klozette işerken öptükten sonra “yaptığım çok büyük bir kabalıktı” diye histerik çığlıklar atması gibi sahnelere maruz kalırken henüz alışmamış seyirciydim. Şimdi merak ettiğim bunların ne kadarının Yedinci Sanat ne kadarının Uzakdoğu kültürü olduğu. Çünkü mesela Death Note’daki L de, Misa’nın g.tünü sanki kendisi ellememişçesine “ne kadar büyük bir saygısızlık, bu kişiyi yakalayıp cezalandıracağım!” derken benzer bir tavır içerisindeydi. Uzakdoğulular genel olarak böyle abartılı tiplerse sahiden de bir yolunu bulup orada yaşamalıyım.
Ertelenen İş
Ben bir iş aldım ne demeye aldım bilmiyorum. İşin yapıp yapabileceğim kadarı birkaç günde bitti ve biteli aylar oluyor. Aylar önce gönderseydim o haliyle, bana belki denecekti ki, biraz daha uğraş. Hatta belki denecekti ki eli çok hızlı bu insanın. Ama ben aylardır, üstüne birkaç taş eklerim diye sündürüyorum ve +1 dahi yok. Şimdi bunca zaman sonra bunu mu gönderdin denesi bir haldeyim ve haliyle göndermek istemiyorum. Ama +1’in gelip geleceği de yok. Tembellik belki de insanın kendini bilmemesiyle ilgili bir şey.
ŞŞ
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.