Bazı rutinlerimi kaybettim. Bunun olmaması lazımdı. İnsan arada saçma sapan da olsa bir şeyler yazmalı/okumalı/videoya çekmeli vb. Bir zamandır aklıma doğru düzgün bir şey gelmiyor. Galiba memur gibi çalışmak iyiydi, beni bir arada tutuyordu. Bunun yerine günde 100 150 sayfa kitap okuyabilseydim sanırım o da olurdu. Ama çok zor. 1 haftadır Susurluk’la ilgili bir kitabı okumaya çalışıyorum, bu sabah pes ettim ve artık herhangi bir kitabı zorla okuyarak kendime işkence etmemeye karar verdim. Hayat kısa. Veba Geceleri’ne başladım şimdi. O da işkence gibi. Galiba okuma alışkanlığım bitmiş benim. Böyle olduysa cidden çok fena. Belki resimli kitaplara falan dönebilirim. Hımm. Rutini korumak içeriğin kalitesini korumaktan daha önemli, birincil. O yüzden şimdi buraya da… öööö.
Neslican Tay videoları izliyorum
Bu kadın gerçekten benim asla ulaşamayacağım bir kafaya ulaşabilmiş, sahiden çok etkileyici. “Bana uzaktan bakıp mesela zavallı kız bacağı yok diyorlar, halbuki ben o sırada içtiğim sıcak çikolatanın ne kadar güzel olduğunu düşünüyorum”. Bir felaket insanı bulduğunda, onu takıntıya dönüştürmemek insanın elinde. O felaketin büyüklüğüyle değil kişiliğiyle alakalı bunu yapıp yapmaması. Ve kendine acıma hali sahiden bok.
Neslican Tay mutlu bir ailede büyüdüğünden bahsetmiş. Bence güçlü durabilmesinde bunun büyük payı vardı. İnsan ebeveyninin sesini, özellikle kriz anlarındaki tutumunu fena içselleştiriyor. Eğer ebeveyn ya da yalnızca biri bu anlarda panik, korku ve acımaya gark oluyorsa o çocuk başına gelen belalarla kolay başa çıkamıyor. Kendine acımanın temelinde sanıyorum bu var: Ebeveyni üzmek. Bu bana ne zaman oldu acaba. Düşünüp duruyorum ama bulamıyorum. Yalnız şunu hatırlıyorum, 8 9 yaşındayken ayağımda iğneyle birkaç gün geçirmiştim. Topallıyordum ve topalladığımın farkında değildim. Şimdi kaşımın bir teli dökülse altında yatan sebebi bulana kadar tırnaklarımı yerim. Acep ne zaman kendimi böyle manyakça dinlemeye başladım.
Bir de Ed Kemper’ı düşünüyorum. Keşke annesinin ne kadar bok bir insan olduğu gerçeğine annesini ikna etmeye çalışmak yerine kendisi bunu kabul etseydi.
Ebeveyn asla pişman olmaz, hatasını kabul etmez. Ama bunun olması için insanlar hayatlarını harcıyor. Sorunu çözmek yerine sorunla didişmek bırr. Kemoterapide sürekli bölünen hücreler hedef alınıyormuş. Yani Neslican Tay basitçe böyle anlatmış. Hızlı bölünen güzel hücreler de bu süreçte yok olduğu için önce saçlar gidiyormuş. (Saç hücreleri hızlı bölünüyormuş) Bu biraz şey gibi de, dip sesi atayım derken orijinal sesin kalitesini bozmak. İşte ebeveynlerle mücadele etmek için de böyle radikal bir girişim olabilir belki, ama beraberinde güzel şeyler de gidebilir. Acaba diyorum, terapistler bu yüzden mi haldır huldur girişmiyor. Hastayı komple yok etmekten mi korkuyorlar. Bir terapistim olsaydı keşke.
Gün içinde düşündüğüm saçma şeyler ve tırt gözlemler
Evvelsi gün eve dönerken mahallemizdeki barın (bar mı kıyafet dükkanı mı belli tam bilmiyorum ikisinin arası bir şey, Tschibo’nun içkiili olup zincir olmayanı) önünde bir adamın (sanırım orada çalışıyordu) kaldırımdaki yaprağı ayağının ucuyla, ciddiyetle caddeye itelediğini gördüm: Mülkünü koruyordu. Tavrı bana eski çalıştığım yerin mutfak kısmında çalışan abinin yabancı objelere duyduğu tedirginlik ve öfkeyi hatırlattı. “Kim getirdi bu kaşığı buraya!!” Demek ki o da mülkünü koruyordu. Bence Nabokov böyle şeyleri küçük notlarına yazıverirdi. Bir yerde de kullanırdı. Nostaljide olan şeyin şimdiki zamanda da olması gerekiyor. Bunu yapabilen insanlar yazar olabilir. Eski şeyler çok sevimli ve dolu dolu görünüyor ama olağanüstü şeyler gözümün önünden geçip gidiyor. Biriktikleri yere giderken de ışıklar saça saça görünseler keşke.
Japonca öğreniyorum ama bir b.ka yaramıyor
4 ay oldu ama hala animelerden bir b.k anlamıyorum. Death Note’u yüzlerce kez izlediğim için orada bir şeyleri seçebiliyorum. Ama başka hiçbir animede tanıdık sözcük gelmiyor. Yüz kelimeden biri, belki. Buna canım sıkılıyor biraz. Aradan bir yıl geçtiğini, geriye bakıp, vay arkadaş, ben para verip kursa gitmiştim, baya kelime kartlarım vardı çalışıyordum filan dediğimi hayal ettim. Umarım böyle olmaz.
10 bin saat kuralı
Kural mı kuram mı. Kural diye geçiyor. Şimdi düşün ki uzmanlaşıyorsun ve on bin saat sonra o şey tedavülden kalkıyor. Çok kötü be.
.