
Sevgili blog, bir zamandır Kulüp’teki Çelebi’yi düşünüyorum. Kulüb’ü ilk bölümden itibaren güzel bir şey izlemekte olduğumu bilerek izledim: “Pm, Aşk-ı Memnu’yu, Hatırla Sevgil’iyi, Süper Baba’yı andığın gibi özlemle anacağın bir diziye başlıyorsun ve önünde altı bölüm var, ne mutlu sana!” Böyle dedim ve bir gecede bitirdim. Fakat o geceden beridir -yaklaşık üç gündür- başka bir şey yapamaz haldeyim. Önümde tonlarca değilse de epey birikmiş iş var fakat ben koltuğa oturuyorum ve dümdüz duvara bakıp Çelebi’yi düşünüyorum. Baştan aşağı boktan bir karakter yaratıp olumlu özellik namına sadece “belli bir yaşın üzerinde makam sahibi erkek sevecenliği” eklemişler. (Gerçekten adamın başka olumlu özelliği yok) Peki bunun neresi çekici? Düşününce, böyle biriyle gerçek hayatta karşılaşmak fazlasıyla mümkün, fakat sevmek imkansız. Bu imkansızlık canımı çok sıkıyor. Çelebi’nin gerçek olmayışı değil, hayatın gerçek olması: Hayat tatsız tuzsuz ve kötü insanlar müziksiz.
Acaba Çelebi’ye ne olacak. Türk dizilerinde bir zamandır gri karakterlere yer veriliyor, ama çoğunlukla şöyle bir seyir izliyor bu: Adam/kadın kötü, rezil biri. Sonra içinde gizli saklı iyi. Derken suçluluktan ağlamalar, günah çıkarmalar. Onu s.ktim, bunu öldürdüm, Allah beni kahretsin. Güvercinleri seven, Rachel’e annesinin babasını öldürdüğünü söylemeyen, Fatma’nın hüviyetini geri veren Çelebi umarım senaristlerin elinde pür-i pak bir karaktere dönüşmez. Son ana kadar gri kalıp sonra kötüye teslim olup zayıflıkları içinde ölmeyi hatta öldürülmeyi hak ediyor.
Başkalarıyla birlikte batmak
Herkesin durumunun kötü olduğunu düşünüp kendime kızmamaya çalışıyorum. Asgari ücret sanırım geçen yıl aldığım maaşın birkaç tık üzerinde olacak. Geçen yıl ben o maaşı duyduğumda “e, iyi” demiştim. Benimle aynı işi yapan insanlar dudak bükmüştü: Enayisin, o paraya çalışılır mı vb. Fakat aklımı yitirmek üzereydim işsizlikten. Sonra işlilikten yitirdim. Benim sonum ne olacak. Ya da bir sonum olacak mı. Bir ipin ucunda sallanıyor gibiyim, ok tamam herkes böyle. Ama yani.
Aslında herkes batmıyor
Sanki eğlence sektörü bir şekilde batmıyor. Ama orada maaşlar arasında büyük uçurumlar var. Bir filmin yapımında gelirin bu kadar düzensiz dağılması, oyuncuların ışıkçıya, kameramana höt zöt edebilmesi… Aslında bütün beceriksizliklerine rağmen Cüneyt Özdemir’in rejiyi çocuk gibi azarlaması filan da… Muhtemelen “reji” bir kişi ve yaşı otuzun üzerinde. Canlı yayında, belki eşi dostu da izlerken C. Ö’nün o laflarına, “yapacağın işi s.keyim” bakışlarına maruz kalıyor. Maaşın iyi olsa da çekilmez böyle şey. Ve C. Ö. pek çoklarına göre gazetecilik yapmaz, büyük çoğunluk nezdinde mizahı da kıvıramazken canlı yayında çatur çutur para kazanıyor. Böyle şeyleri işte, galiba kıskanıyorum. Belki yirmili yaşlarımda Kuzey ülkelerinde boş beleş gezeceğime Afganistan’dan haber geçseydim bugün bu halde olmazdım. Yirmili yaşlarının insanın kaderini belirlemesi ne boktan. İstisnalar olsa da 30’undan sonra çok büyük bir şey yapamıyorsun. Üstelik hayatın güzel kısmı bitmiş oluyor. Bunlara mizahi yaklaşmak istiyorum ama olmuyor. Gidip marketten Nutella alacağım yoksa bu gece geçmeyecek.
ŞŞ
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.