Savruluyor her şey

Masaşüses’te bir şeyler oluyor

Alzheimer konulu iki film izlemiştim. İkinciyi geçen haftalarda sinemada izledim: The Father. Diğeri Still Alice’ti. Tesadüfen çok yakın bir tarihte izlemiştim onu da. Davşanlı çay fincanlı Alice’i hiç öyle hayal etmezdim. İyi filmdi bence. İki filmde de bunayan karakterlerin yitirdiklerine yakındığı (emek verdiğim her şey ellerimden kayıp gidiyor/yapraklarım dökülüyor) anlar vardı. Bu boktanlık aslında hayata içkin. Küçüklü büyüklü bilinçli yitirişler var. Bu yılın başında çektiğim bir videoda herkes hayatta ve komşum evden gitmemiş. (Komşum boşandı, taşındı ve sırra kadem bastı sevgili blog, beni oturduğum eve bağlayan üç beş şeyden biriydi, üzülüyorum) Hayat böyle piç. Hem elinden alıyor, hem de it gibi aldığı şeyi hatırlatıyor. Alternatifi tuvaletin yerini de unutturup seni rezil etmek.

Filmdeki yarı bilinçli yakınmalar canımı sıkmıştı. Tanışıp kaybettiklerimi, çok sevip kaybettiklerimi, biriktirip kaybettiklerimi filan düşünüp dedim ki, bunlar aslında kazanımdı da bir zaman, yani tam kayıp sayılmaz, break-even. Bir şeyi ölümüyle eşitlemek hayata haksızlık. Hayır, asıl haksızlık termodinamiğin kaçıncı olduğunu unuttuğum sikko yasası. Ve şimdinin ele avuca gelmezliği. Türkiyeli erkek şairler “şimdi”yi kadına benzetip sövmüş müdür acaba? Kesin yapmışlardır. O mısralar şimdi imdadıma yetişmeli.

Son bir ay içinde önem sırası giderek azalan üç şeyi peş peşe yitirdim. (Aslında ikinciyi muhtemelen yıllar önce yitirmişim, şimdi haberim oldu. Aleequi, Lille’den dönerken yanımda götüremeyip sonradan almak üzere kendisine emanet ettiğim 5 koliyi -kimseye yıllarca 5 koli emanet etmeyeceksin, babanın oğluna bile- kaybetmiş. (Taşınırken atmış). İçinde günlüklerimin, mektuplarımın, hediyelerin, çizimlerimin, yüzlerce kitabın ve buradaki Aliki’nin canımı pek acıtan sözleriyle “unutup gittiğim ama görünce kim bilir görünce nasıl sevineceğim” şeylerin olduğu 5 koli dolusu hatıra, çöpe atıldı ve yakıldı. -Ölüler de gömülüyor. -1 nesil öncesini tanımıyoruz. -Evren bir gün yok olacak. -İnsan aldığı kadar deliriyor.

Yazarlar ve tarzları

Rüzgarın Şarkısı’nı okudum. Murakami önce İngilizce yazmış sonra Japoncaya çevirmiş ve işte bu “onun tarzı” olmuş. Ne güzel insansın sen HM. Yazar olduğunu anladığı anı, o ana kadarki hayatını, yalpalamalarını, savruluşlarını anlatıyor. Böyle şeyleri okumayı seviyorum. Sigmund Freud’un özgeçmişi gibi değil bunlar, sıradan bir hayat sürerken birden içlerindeki cevher… Filan. Ölene kadar insan buna inanıp mutlu olabilir. Bazen kendimi, batırdığım her şeyi toparlamak üzere yerime geçen becerikli biri olarak hayal ediyorum. Etkisi çok uzun sürmüyor ama o an iyi geliyor.

Dolar 1.5 lira iken ben…

Okuldan çıkmış, Sarıyer minibüsüyle Beşiktaş’a gidiyordum. Platonik aşkım 100 kiloluk biriydi ve arkamda oturuyordu. Arkadaşlarıyla konuşurken 300 doların 450 lira olduğunu söylemişti. Hem o yaşta dolardan anlamasına, hem zihinden aritmetiğinin hızına hayran olmuştum. Ne işi vardı ki dolarla acaba. Bu zat beni hiç de sevmez, alay ederdi. Acaba hala şişman mıdır. Yatakta iyi midir. -12 yaşındayken iyi olduğunu iddia ediyordu. Anyways…

ŞŞ