
Bu defa sevdim kitabı. Paris’te işsiz güçsüz sürten ve aç kalmamak için akşamları dostlarının evine kendini davet ettiren H. M. yaşlı arkadaşının karısıyla masa altından oynaşırken, bir konserde içi geçerken, arkadaşı işemesi gereken yerlere sıçarken zannediyorum açlıkla hepten kamçılanan bir hayal gücüyle kendisine ve insanlığa dair ilginç tespitler yapıyor, sanki biraz da abartıyor. Tahta kuruları ve tarihi geçmiş süt bence sayfalarca lafı edilecek bir şey değil.
Lakin bazı insanlar, benimle birebir aynı deneyimi yaşayıp öyle bir anlatıyor ki kendimi sorguluyorum. Özellikle Yengeç Dönencesi gibi bir şey söz konusu olduğunda -her ne kadar o dönemin Paris’ini bilmesem de- kendimi sorgulamak zorundayım çünkü H. M. sorgulanamaz. Adam sanat eseri yazmış, herkes öyle diyor. Kırmızı Pelerinli Kent’i okurken de böyle hissetmiştim. Brezilya’da yaşayan çok az yabancı Rio’yu Aslı Erdoğan gibi deneyimlemiştir herhalde. Belki A. E. de tam olarak anlattığı gibi deneyimlemedi. Yazarın abartısı nerede devreye giriyor? Yaşarken mi, yazarken mi? İlk taslakta mı? Üçüncü ya da beşinci düzeltmede mi? Bunu merak ediyorum.
Belki de mesele algılarla ilgili. Bazı insanların algıları fazla açık. Yoğun ve hissederek yaşıyorlar. H. M herhalde öyle biriymiş.
Aklıma takılan bir diğer mevzu böyle yazan tiplerin (bana biraz Jean Genet’yi hatırlattı) bunları ne ara nasıl yazdığı. Yani tam konserdeyken notlar alıp eve gidip temize mi çekmiş, yoksa eve gelip (Ertesi gün? Birkaç hafta sonra? Paris’ten döndükten sonra?) belleğinde kalan tortuları mı aktarmış. Nabokov küçük küçük notlar alıyormuş, H. M’nin anlattıklarının içeriğine bakınca bu pek mümkün değil gibi. Adam rahat yüzü görmemiş. Bununla birlikte Mehmet Güreli kitaptaki Paris’in büyüleyici ve baştan çıkarıcı filan olduğundan söz ediyor ki aklım almıyor. Benim okuduğum bayağı, sefil, rezil bir Paris. İnsan uzaktayken bile kaçmak ister.
Kitaptaki karakterler H.M’nin çağdaşı yazar ve şairler midir diye merak edip internette aradım, açık açık şu şudur, bu budur gibi bir şey yok. Mona galiba gerçekten karısıymış ama isim farklı. Kendi adı farklı mı? Kendisine Henry diyen yok, bir yerde adı söylenmişse de dikkatimden kaçmış olabilir -kitabın tamamı dikkatten kaçabilecek denli kırılgan bir üslupla yazılmış, galiba bu yüzden ilk başta okuyamadım- Hintli biri Andree demeye çalışıyor, bir de yakın arkadaşı var ikisi birbirlerine Joe (John muydu yoksa) diye hitap ediyor.
Neyse. Bugün battaniyeyi üzerime çekip sadece okudum. Sanırım her gün her şeyi az biraz yapmak değil de bir günü tek bir şeye ayırmak fıtratıma daha uygun. İnsanlar protestan ahlakı boku ve onun giderek modernleşen versiyonlarının -ve kaçınılmaz olarak antilerinin- etkisine o kadar girdi ki kendini çözemiyor. Haftayı eylemlere bölmek ve her gün tek bir şeyle uğraşmak bazı insanlar için süper olabilir.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.