
Seks konusunda herkes yalan söylüyor. Buna kani oldum. Birileri yaşadıkları şeyleri bire bin katıp anlatıyor, birileri hayallerle gerçekleri karıştırıyor, kötüsünü atıp iyisini cilalıyor ve birileri çok fazla porno izliyor -porno sıkıntılı, neden sıkıntılı, bize ekseriyetle normalde göremeyeceğimiz açıları gösteriyor -hayır, aynalar çare olmaz çünkü aynaya bakan partner de rahatsız edicidir, pozisyona göre ensesine filan vurasınız gelir çünkü muhatabının farklı açılardan nasıl göründüğünden çok kendisiyle ilgilenmektedir partner, o da insandır sonuçta.
Kimsenin seks yaptığı filan yok. Herkes seksi taklit ediyor. Porno izleyen bakirler ve bakirelerin taklit edişi fazla çiğ; biraz eyyam görmüşleri daha rafine ama eninde sonunda o da oynuyor. Mesele kişinin cinsel ilişki sırasında haz almasıysa eğer, gözler bir noktaya sabitlenir, nefes alış düzensizleşir, burun delikleri genişler, hiç de seyirlik görüntü değildir. Karşı tarafın hazzıysa, oral seks sırasında gereksiz atraksiyonları kesip atmak gerekir ama kimse makine gibi yapmak istemez o işi, kendi tarzını geliştirmek, ruhunu katmak filan ister ve saçmalar. (Çünkü olgunlaşacak, geliştirilecek bir şey yok orada, seks ilk çağlardan bu yana bildiğimiz seks). Partner de o çabaları takdir etmek adına ımmh ummh gibi sesler çıkarır. Yalandan yalandan. Çünkü hakiki inleme de güzel bişey değildir. -ŞİMDİ BÖYLE DİYORSUN. BELKİ GERÇEKTEN YAPABİLENLER VAR?
Seksi bihakkın yapabilen kimileri
Paris’te, Aliki’nin bir ev arkadaşı vardı. Biz üç arkadaş gece dışarı çıktığımızda bu Aliki -Rosa’ydı ismi- gecenin ilerleyen saatlerinde hepsi Meksikalı arkadaşlarıyla belirirdi, onun peşinden barlara girip çıkar sonunda yorgun düşüp evlere dağılırdık. Rosa eve mutlaka biriyle, bazen iki kişiyle dönerdi. Rosa’nın bu halleri Aliki’yi biraz tedirgin ederdi. Arkadaşının sağlığını düşünüyordu, biraz da evindeki eşyaların çalınmasından filan korkuyordu. Geceleri Rosa’nın bağırtılarından uyuyamadığından yakındığı bir gün gözlerini kocaman açıp “Seven lines…!” demişti, “Line ne demek” demiştim.
Rosa eve getirdiği kişilerin sonradan yüzüne bakmazdı. Aliki, Rosa’nın çığlık çığlığa seviştiği herifler tarafından sonradan telefonla arandığında nasıl panik olup meşgule attığını gülerek anlatırdı. Biz de gülerdik ama çok da anlam veremezdik. Rosa seksi seviyor mu sevmiyor mu. Belki yaşlandığında “gençliğimi yaşadım” diyebilmek için yapıyordu bunu. Belki de o kadar çılgın şeyler yapıyordu ki sonunda adamlardan tiksiniyor, yüzlerine bakası gelmiyordu -bunu biraz anlıyorum fakat devamlılığını çözemiyorum. İnsan böyle bir şeyi nasıl sürdürebilir. Yok edici, yıkıcı bir şey miydi acaba Rosa. Kravatlı, ciddiyetli, ağır kitaplar okuyup iyi müzikler dinleyen, kaliteli şaraplar içen adamların ipliğini pazara çıkarıp rezil edip köşeye fırlatıveren filan. Ne bileyim.
Sonra Aliki’nin “fantezi dünyası çok geniş” arkadaşı vardı. Tek eşli biriydi, Aliki’nin anlattığına göre o da iyi sevişiyordu. Onun maceralarını Aliki’den dinler hayret ederdim.
Bir de Lille’deki bir Aliki vardı. O detay vermezdi ama hiç geçinemediği sevgilisiyle yıllardır ayrılamamasını olağanüstü cinsel yaşamlarına bağlardı, o zaman gıpta ederdim ve düşünürdüm, acaba nasıl bir şey lan.
Biraz şeye benzetiyorum. İyi oyunculuk gibi. İyi oyunculuk çok rahat görünen ama aslında yapılışı hiç rahat olmayan bir şey sanki. Çok rahat olayım derseniz Flash tv gibi olur. Kamera ikiyle çarpar, tiyatro üçe beşe böler, yani yerine göre abartmak yerine göre gizlemek lazım, her halükarda diken üstündesin, rahatsızsın. Belki yanılıyorum. Belki asıl oyunculuk bu rahatsızlık duygusunu aştıktan sonra başlıyor. Belki seks için de böyledir. Anyways.
Kabus
Kabus gördüm yine. Gözüm yarı açılıyor, gördüğüm şeyle cebelleşiyorum. Onunla alay ediyorum, ona can vermeye, korkutmaya çalışıyorum çünkü ödümü patlatıyor. Sonra dokundum kabus nesnesine. Elleri vardı, parmaklarım onunkilere değdi ve dedim ki, hassskee. Kabusun yaratıcısı da dedi ki, “Al işte, gerçek, bak, parmakları da var, haydi sıkıysa korkma şimdi.” Uyandım. Sabahın köründe yan odadaki eşya taşıma seslerini dinledim, sorumluluğumdaki evin soyulduğunu düşündüm, gidip bakmak ve hırsızlara kızmak yerine Kuzey Güney’i açıp uyumaya devam ettim. Öğlende gittim, her şey yerli yerindeydi. Kabuslara bir çözüm bulmalı.
Kuzey Güney
Kuzey Güney’i üniversitedeyken, 15 Temmuz’dan sonra beni vatan haini olmakla suçlayan ama o zamanlar -uyyy, güzel zamanlar Gezi’den önceydi, 15 Temmuz’dan önceydi, bozulmamıştık, şendik, nefistik- çok iyi arkadaşım olan Aliki’nin annesi izliyordu, bana önermişti. Serseri Kıvanç Tatlıtuğ fikri aklıma hiç yatmamıştı ama Aliki’nin annesi diretmişti: Valla ben de düşününce hiç yakıştıramamıştım ama olmuş olmuş. Kıvanç iyi oynuyo, vallahi çok iyi oynuyo, izle!
Geçen ay Merve Boluğur ne yapar ne eder diye merak edip Ekşi’ye girdim, “Bizim için Kuzey Güney’in Zeynep’idir forever” tadında bir entry’nin üzerine Kuzey Güney’in Zeynepli sahnelerini izledim ve diziye tutuldum. Kıvanç Tatlıtuğ bence iyi bir oyuncu. Sesini, tonlamasını bu kadar değiştirebilmesi filan… Hapisten öncesi ve sonrası… Hele Güney’e (bak Gezi yok, 15 Temmuz yok, sen bok var gibi kardeşini sınıyorsun, fatal error) oyun ettiklerinde, “Ölmüş… ölmüş…” diye rol yapamayışı… Rol icabı rol yapamamayı becerebilmek, ne bileyim, bence süper bir şey.
ŞŞ
.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.