Render alamadım, save edemedim, duşta ağlayamadım

Sevgili blog bazen bir şeyi yanlış yaptığım hissi. Herkesin doğru yaptığı şeyi yanlış yaptığım hissi. Ve artık çok geç olduğu için soramamak. (Ben dinlenirken onlar öğrendi, şimdi öğreneyim diyorum ama yaşlanmışım aq)

Bilgisayarım g.t olduğu için neredeyse iki aydır frilensırım ama mobil değilim (üç elim var ama üçüncüsü sakat gibi bişey) Geçen hafta işlerimize “renk katmamız” istendi, ama hay aksi, tatile çıkmam gerekiyordu, bu yüzden şirketin verdiği bebek laptopla yola gittim. Buradan katarım rengi dedim (güzel İzmir), ama katamadım, yerine güneşin altında yattım, denize girdim, ayı gibi yedim, erkenden uyudum. Ayrıca wifi zayıftı ve şirketin laptopunu (ş.l.) sahile götürmek, ş.l ile porno sitelere gitmekten daha riskliydi. Dört günün sonunda yaptığım işe karşılık “pm, bu olmamış” denildi (şaşırmadım) ve benimle aynı işi yapan kişilerin işlerine bakıp biraz yol yordam öğrenmem söylendi. Haklısınızefenim dedim, izledim, yapmam gerekeni yaptım, 3 gün 3 gece kafa patlattım, ikinci denememi pazar günü sisteme yükledim, pazartesi denildi ki, “pm, bu da olmamış.”

Üçüncü denememi herkese (2 kişiye) izlettim (YETERİNCE DİNAMİK Mİ, BÖYLE ADİDAS REKLAMI GİBİ OLMUŞ MU?) ama it gibi gerginim. Eğer bu da olmamışsa, Adnan Ziyagil’in dediği gibi: “Yani, bunu düşünmek bile istemiyorum…”

Bugün 3 kez Envato’dan indirdiğim templatelerle boğuştum. Üçünde de yaptığım şeyin neye benzediğini göremeden Pr kilitlendi, her defasında auto-save’den medet umdum, her seferinde beni yüzüstü bıraktı (düşün sevgili, auto save’e giriyorsun, bekliyorsun ki emeğinin karşılığı değilse de ona yakın bir şey gelsin, ama hayır, auto save’in son işinde sen daha doğmamışsın, hatta senin için sevişilmemiş, donlar bile indirilmemiş, anan baban tanışmamış, hatta onlar da doğmamış) Sonra sövdüm bilgisayarıma, komşular filan duysun dedim, bene-na, kalemlikteki kalemleri gelişi güzel fırlattım, yelpazemi kırmaya yeltendim, kıyamayıp bıraktım, sonra dedim ki bari duşa gireyim damn it, duşta ağlamak istedim ama tam ağlayacakken hırsımdan duşun başlığını kırdım ve boruların her yerinden tazyiksiz sular fışkırdı, kıyamet gibiydi ama renderlanmamış, tel maşa bir kıyamet, binlere bölünmüş, gücünü ve işlevini yitirmiş, anayasa gibi, iktidarsız sevgili gibi, fabrigagızıgibi. Daha da hırslandım ve çıkarken duşun kapısını kırdım. Neden her şey benden daha az gürültülü, NEDEN.

(Ben çıldırıyorum hırsımdan, beni çıldırtan objelere hiç.bir.şey.olmuyor.)

Böyle zamanların cinleri

Böyle zamanlarda evrenin bilinçli olduğunu, benim bu acılarıma tanıklık ettiğini, bununla eğlendiğini, durumumun çok hoşuna gittiğini, bundan deli gibi zevk aldığını, hatta orgazmlara filan ulaştığını hayal ediyorum. Bu küçük, minik, salak felaketleri başıma musallat ediyor ve ellerini çırparak uzaklardan seyrediyor. Herhalde bir benimle uğraşmıyordur, hepimiz elinde oyuncağızdır, böyle bir evren ne kadar da sikko olurdu. Düşün.

-Düşündün mü hiç?

-Öf, hayır.

Eski çağlarda buluşan insanlar

1997 yılında İsviçre’ye gitmiştim ve cep telefonu icat edilmemişti. Ben, tek haneli bir yaşta, ayrı bir ülkede, dayımı görüp tanımıştım ya aklım almıyor, süpermişiz. Arada, ergenken intiharı düşündüğüm gibi, simkartımı bir bardak suyla yutup telefonla ulaşılmaz olmayı hayal ediyorum, geçen hafta 3 günü telefonsuz geçirdim ve bunun çok yanlış bir hayal olduğunu anladım. Ergen intiharı denli yalan, telefon olmayınca adresleri bulamıyorsunuz, arkadaşlarınızla buluşamıyorsunuz, ayrıca sarhoşken telefonunuzu zorla verdiğiniz seksi insanlar sizi deli divane arıyor ve ulaşamıyor. Bu, nasıl diyeyim, çok üzücü.

Eşeğini kaçırmışlar uyuyamamış

Aliki’yle niyetlendiğimiz Baba Zula konserinin pazar günü olması hasebiyle keşfettiğim bu beyi (kendisi cumartesiydi heyhat ben muhteşemliğine ayılmamıştım ve meeeh buna da gitmeyelim demiştim) çok sevdim, keşke daha çok -keşke dünyanın bütün şarkılarını coverlasa.

Bu şarkı çok güzel, Nikılıs Keyc’in oynadığı domujlu filmin eşeklisini şarkı yapmışlar, sucuk yapmışlar, öyle.