Geçtiğimiz gün toplantıda kurguculardan biri, hepimizin kendi çapında iyi iş yaptığını ama farklı editleme eğilimlerinden ötürü profesyonel görünmediğimizi söyledi ve “ortak bir dil” oluşturmak üzere belli başlı esaslarda anlaşmamızı önerdi. Bu ne demekti sevgili okur, bu oft demekti, bu mogrt demekti, bu “16 punto, bold, italik, pozisyona dikkat!” demekti. Biraz da Yevgeni Bey’in kitabının etkisiyle olsa gerek, bu düşünce ödümü patlattı ve dehşetle itiraz ettim. (yapmasak daha eyi :/)
Şunu okuyorum:

İlginç. Kitabı Siyasal’daki ilk senemde bazı arkadaşlarımın elinde görmüştüm ama bilimkurgu türünden de distopyalardan da hiç hazzetmediğim için alıp okumamıştım. Önsözü okuyunca küçük bir şaşkınlık yaşadım: Bandista’nın bir şarkısında geçen “ye yemeğini bak televizyona” dizesini “Yevgeni bak televizyona” diye anlamışım (Yevgeni ABD’yi eleştiriyordu Bandista da “Gör Yevgeni gör, yazdıkların bir bir çıktı” demeye getiriyordu) bu Yevgeni meğer SSCB’yi eleştiriyormuş, hatta bu yüzden sürgün edilmiş. Le Guin’in anlattığına göre sürgünde depresyona girip bok gibi şeyler yazmış ve ezik bir şekilde ölmüş. Hazin.
Şimdi okuyorum, şaşırtıcı. 100 yıl önce, böyle bir şey yazılmış, ala. Ama böyle şeyleri okurken insan kendisine sürekli yapıtın 100 yıl önce yazılmış olduğunu hatırlatmak zorunda hissediyor. Çünkü biri bugün böyle bir şey yazsa, daha önce hiç distopya yazılmamış, hatta siyasi roman bile yazılmamış olsa dahi biraz zarafet beklenir. Mesela denir ki, “olm okura o dünyayı anlatmanın başka yollarını bul, böyle günlük filan çok saçma.” Açıktan açığa günlüğe “bunları da yazıyorum biliyom çokh sachma ama yazmak zorundayım gelecekteki okuyucum çünkü anla, o yüzden pembe kağıtlar, antik ev, yeşil duvar, velinimeeeth….” falan, olmaz yani. O zaman olmuş ama. O zamanın okurları gerizekalıymış çünkü. Biz değiliz, ama biz de adil davranmak zorundayız. Entel olmalıyız. Harikulade zihnimizle bugün bir şeyleri 100 yıl önce yazılmış olduğunu düşünerek okuyabilmeliyiz. Zor be.
Bunlar düşündürüyor beni çünkü bu şu demek yani 100 yıl sonra birisi Y. Z.’nin kitabının çok iyi olduğunu ancak 20’lerde yazıldığını göz önüne alınca anlayabiliyorsa, 500 yıl sonra mesela bu da yetmeyebilir.
Son dizisi
Son diye bi dizi varmış. Twitter’da “beni en korkutan, tüylerimi ürperten tanıtım” diye paylaşmıştı biri, o vesileyle haberdar oldum. Hiç hatırlamıyorum böyle bir dizi olduğunu, kadro da iyi. Yiğit Özşener aynı anda iki kadına birden aşık olmuş ve ikiye bölünmüş birini canlandırıyor. İzleyici olarak genç Yiğit Özşener’e aşık olduğum için ben de izlerken ikiye bölünyorum. Leyla (gerçek adını bilmiyorum) olmak istiyorum, ama Nehir Erdoğan (dizideki adını unuttum) da olmak istiyorum. Böyle olunca N.E’ye diyorum ki ne kıskanıyorsun, neyi paylaşamıyorsun mal. (çünkü ikisi de benim aslında) Sonra aniden yabancılaşıyorum. Ben Leyla değilim, N. E değilim, ben odamda oturmuş dizi izliyorum, Y. Ö de 50 yaşında. O zaman insanların zihnini bulandıran pis Batı icatlarına çok kızıyorum çünkü insana hiç tanımadığı kişileri özletiyorlar.
Patlamadan sonra beni aramasını beklediklerim
İstanbul’da yaşamayanlardan oluşturmuştum listeyi. Ankara ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde beklediğim totalde 7 kişi aramadı/yazmadı. Bugün biri geç de olsa yazdı, sevindim. Kağıdı attığıma da üzüldüm, biraz daha beklenebilirmiş. Hem böyle şeylerin derdine düşüp hem de tırsmak ne tatsız şey.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.